1.
Nesefi akaidine “ehl–i hakk şöyle dedi” şeklinde başlamaktadır. Burada iki kavram önemlidir, birisi hakk diğeri ehl. Hakikati söyleyebilmenin ön şartı, o hakikate inanan bir toplumun mensubu olmaktır; bu mensubiyet insana hakikatle irtibatını enfüsî bir tecrübe olmaktan çıkararak, iştirak üzerinden gerçekleşen yakîni temin eder. Toplum, bir vahdet cihetine istinad ettiği için, vahdet ciheti aynı zamanda teklifin/mükellefiyetin kaynağını da işaret eder. Teklifin imkânı ile tahakkuku arasında, teklife muhatap olabilme kabiliyeti aracılık eder; kabiliyet esas ve öncelikli olarak âidiyet/mensubiyet ilişkisi kurabilmek ile alakalıdır. Kabiliyeti kuvveden fiile çıkaran muharrik kadar, bu muharriki fark ederek, buna cevap vermek de fertte başlamakla birlikte fertte bitmez. Âidiyet/mensubiyet ilişkisi çok yönlü ve çok taraflı bir ilişkidir. Sizi bir araya getiren, mükellefiyetinizi de belirler. Nereye ait olduğuna karar verirken neyi üstlenmeye hazır olduğunu da belirlersin.
İnsan neyle mükelleftir? sorusundan daha çok, ben neyle mükellefim? sorusu mertebe mertebe verili bağlamlarda cevaplanabilir. Akıl sahibi bir varlık için hakikati aramak bir mükellefiyet olmaktan çok, bir vazifedir ki, bir fonksiyon olarak icra edilir. İnsanın hakikati aramasını bir vazife olarak, hatta ilk vazife olarak talep eden söylem, hakikatle irtibatlı olan ve kendi âidiyetini bu irtibat üzerinden sağlamış olan/olduğuna inanan bir topluma mensup birinin dilinde, bu mensubiyete istinad eder ve bu mensubiyeti çözüm olarak ima eder. Mensubiyet ile birlikte teklif ve mükellefiyet ile karşılaşılır.
2.
Mükellefiyet, insanın bağımlılığını bağlılık hale getirmesidir. Bağımlılık sırf/saf iradeyle/isteme/arzu ile gerçekleşirken, bağlılık ihtiyârı harekete geçiren irâdî bir eylemdir.1 Başında ilk veya bir defa olanın tekrar üzerinden alışılması ve bir noktadan sonra meleke haline gelmesi ile kemale erer.