Alman felsefeci Immanuel Kant’ın 1788 yılında yayımladığı Kritik der Praktischen Vernunft (İkinci Kritik) kritik projesi kapsamında yazdığı üç temel eserden ikincisidir. Bu proje kapsamında Kant, Birinci Kritik olarak da anılan Kritik der reinen Vernunft adlı başyapıtını 1781 yılında ve Üçüncü Kritik olarak da anılan Kritik der Urteilskraft adlı eserini 1788 yılında yayımlamıştır. 1787 yılında Birinci Kritik’in ikinci baskısına yazdığı önsözde —o tarihe kadar İkinci Kritik’i hemen hemen tamamladığından— birinci yayıma önsözden farklı olarak İkinci Kritik’te başardıklarının altını çizen fikirlere rastlarız. Bu fikirler aynı zamanda Birinci Kritik’in İkinci Kritik için hangi bakımdan bir hazırlık teşkil ettiğini vurgular niteliktedir. Kant bahsedilen ikinci önsözde bugün Kantçı felsefenin mottoları arasında yer alan bazı cümlelerin de geçtiği şu ifadelere yer verir: […] Ahlâk için ihtiyaç duyduğum tek şey özgürlüğün kendisi ile çelişmemesi ve bu yüzden onu daha fazla anlamak zorunlu olmaksızın en azından düşünülebilmesine izin vermesi olduğu için ve böylece doğa mekanizmasına göre gerçekleşen eylemin (bir başka ilişki içinde ele alındığında) yoluna engel çıkarmadığı için, ahlâk ve doğa öğretilerinin her birisi kendi yerlerini öne sürebilirler. Ama ancak bu Kritik bize daha önce kendinde şeyler açısından kaçınılmaz bilgisizliğimizi gösterdiği ve nazarî olarak bilebileceğimiz her şeyi tezâhürlerle sınırladığı için mümkündür. Saf aklın kritiğinin olumlu yararları üzerine bu tartışma Tanrı ve ruhumuzun yalın doğası kavramları açısından da geliştirilebilir; ama kısalık uğruna bu noktaların üstünden atlayabiliriz. Böylece Tanrı, Özgürlük ve ölümsüzlüğü aklımın zorunlu amelî kullanımı amacıyla varsaymam bile imkansızdır, eğer amelî akıl için ölçüsüz bir irfan gibi bir zannı yoksaymayacak olursam; çünkü aklın böyle bir irfana ulaşabilmek için öyle ilkelerden yararlanması gerekir ki, gerçekte yalnızca mümkün tecrübenin nesnelerine eriştikleri için, eğer bir tecrübe nesnesi olamayacak olana uygulanacak olurlarsa, bunu fiili olarak her zaman tezâhüre dönüştürecek ve böylece saf aklın tüm amelî genleşmesini imkansız kılacaklardır. Bu yüzden inanca yer açabilmek için bilmeyi ortadan kaldırmak zorunda kaldım.