“İnsanı filozoflar hayvan-ı nâtık diye isimlendirdiler. Her şey canlı ve nâtıktır. Halbuki insan kevn-i câmidir.”
—İbnü’l-Arabî
“Bir şeyin hakikati onun ilâhî bilgideki taayyünüdür.”
—Sadreddin Konevî
Giriş Yerine
Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber’in[sav] “Allah’ım! Bana şeylerin hakikatini göster” diye dua ettiği rivayet edilir. “Seni hakkıyla bilemedik, ey Maruf” itirafı ise bilgide eksiklik ve acizliği nihai bir insanlık durumu olarak ortaya koyarken duanın gerekçesini gösterir. İstemeliyiz çünkü öğrenemeyeceğiz. Hadis-i şerif literatür dâhilinde ne ölçüde dikkat çekmiştir, bir müminin hakikat talebini ne ölçüde etkilemiş, düşünceye nasıl bir istikamet çizmiştir bunu bilmiyoruz, lakin metafizikçi için hadis, din ile nazarî düşüncenin bağını kurabilecek ilkelerden biridir. Hele bir de bazı rivayetlerde “bulundukları hal üzere eşyanın hakikati” şeklinde aktarıldığını düşünürsek, metafiziğin amacını hadiste bulabildik demektir. Metafizik şeyleri bulundukları hal üzere (nerede bulunuyorlarsa?) bilmek demek ise hadis-i şerif metafizik araştırması için güçlü bir meşruiyet kaynağı olmalıdır. Öte yandan bu anlamıyla hadis, insanın hakikat merakının en ileri derece anlatımı sayabileceğimiz “Rabbim! Bana kendini göster, sana bakayım” diye Hz. Musa tarafından dile getirilen talebin tefsiri olarak da okunabilir. Dinî düşünce geleneğinde –özellikle tasavvuf ve kısmen sünnî kelam– şeylerin hakikati tabiri bizi doğrudan Allah’a götüren bir yerde ve durumda eşyayı bilmek veya böyle bir bilgiyi sağlayan özellik şeklinde anlaşılır. Bunun için bir şeyi bilmek, onu bir âyet olarak görmek, âyeti bilmek ise ardındaki nihai hakikate ulaşmak demektir. Vahdet-i vücûd teorisinde ise şeylerin hakikati hiç kuşkusuz Tanrı’nın isimleri ile özdeş bir anlama gelerek başka bir yorum kazanır. O zaman hadis-i şerif muhakkik düşünürler için metafizik bilginin amacı kadar bu amacın meşru ve gerçekleşebilecek bir şey olduğunun delilleri arasında sayılabilir.