İnsanlık Halleri: Kamusal İnsanın Tarihsel Tecrübesine Dair Notlar

Faruk Karaarslan

Faruk Karaarslan



I

Siyasal düşünce tarihini insan oğlunun bir arada yaşayabilme imkânına dair düşülmüş notlar olarak okuyabiliriz. Nasıl olacak da farklı ya da aynı kültürden, dilden, tavırdan, dinden vb. insanlar bir arada yaşayacak? Aynı coğrafyayı belirli organizasyonlar yapmak suretiyle kendisine vatan edinecek? Oradaki kıt kaynakların yönetimi, üretimi ve tüketimi noktasında bir sistem üretecek? Ne tür dayanışmalar gerçekleştirecek? Bu ve bunun gibi sorular insanı ve toplumu mevzu bahis eden farklı disiplinlerin temel meseleleri olarak karşımızda durmakta. Günümüzde de farklı bağlamlarda bu sorular güncelliğini korumakta. Dijital alanda nasıl bir arada yaşayacağız? Yeni kamusallıklar üretebilecek miyiz? Yeni kamusal düzenlerde insanlar, devletler, şirketler arasındaki hukuk nasıl şekillenecek? Neler bir arada yaşamaya imkân tanıyan ortak payda olacak? Temele nasıl bir arada yaşayabiliriz meselesini koyarak soruları çoğaltmak mümkün. 

Esasında her meselede olduğu gibi bir arada yaşayabilme meselesi de temel bir çelişkinin ürünüdür. Daha yalın bir ifadeyle insanın iki yönlü oluşu bu sorunun felsefî ve sosyolojik bağlamını şekillendirir. Bir tarafta iç dünyasına, kendi arzularına, düşüncelerine, hissiyatına, egosuna bakan yönü diğer tarafta insanın sosyal bir varlık olma zorunluğuna, belirli bir sistemde yaşama ihtiyacına, paylaşma gerekliliğine bakan yönü. Bu iki yüz, sarkacın iki ucunu ifade eder. Her insan bu iki yönüyle birlikte bir arada yaşama pratiği sergiler. Her iki yönün söz konusu konumunun mesafesi arttıkça çelişkiler de artar. Formüle ederek söyleyecek olursak insanın ferdiyetçi yönüyle, toplumcu yönü bu iki yüzü ifade eder. Herbert Mead’in deyimiyle insanın bütünüyle iç dünyasını, yorumlama becerisini ifade eden ben ile topluma ve belirli bir yapıya bakan beni, yönüdür. Meseleyi birey olarak insanın başka insanlarla, gruplarla, toplumla ve insan gruplarının başka insanlar, gruplar ve toplumlarla etkileşimi olarak düşündüğümüzde biraz daha karmaşık hale gelir. İnsanların bir arada yaşamasının ötesinde insan gruplarının, kurumsal yapıların, yönetim organizasyonlarının, iktisadî sistemlerin ve daha birçok unsurun belirli bir bütünlük içinde var olmasının imkânını tartışmayı gerektirir. Toplum, siyaset, hukuk ve devlet felsefesinin esas uğraşı bu tartışmayı yürütmektir.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun