Yakından bakılan her şey hayret uyandırır. İnsan da böyledir. Bu hayrete kaynaklık eden şeylerden biri, onun aynı zamanda derinlik ihsas eden karmaşık terkibidir. Bu karmaşık ve çok katlı terkibin göze ilk çarpan katmanı, onun görünüşteki özellikleridir. İnsana baktığımızda onun düşünmeden duyumsamaya, hareketten büyümeye, hastalıktan sağlığa, sevinçten hüzne birçok özelliğe sahip olduğunu görebiliriz. Bu fiziksel ve psikolojik özellikler, insanın kendisini gösterdiği en üst katmanı ifade eder. Buraya aşikâr özellikler katmanı adı verebiliriz. Bu özellikler sağduyu seviyesinde, hemen herkes için açık ve verili şeylerdir. Bu özellikleri bir çırpıda sıralayarak insanı bildiğimizi söyleyebilir miyiz?
İnsana dönük hızlı bir bakış onun düşünen, beslenen, büyüyen, fiziksel parçalarını bir arada tutabilen, arzu eden, özgür irade sahibi, toplumsal ilişkilere girebilen, sevinen veya üzülen bir varlık olduğunu zaten idrâk edebilir. “İnsan nedir?” sorusuyla ilgili olarak asıl önemli olan şey, gözlemlediğimiz özellikler arasındaki ilişkilerin nasıl kurulacağıyla ilgilidir. Sözgelimi neden “büyüyen canlı” ya da “arzu eden canlı” ifadesinin değil de “düşünen canlı” ifadesinin insanı daha iyi tanıttığı düşünülmüştür? Acaba düşünmenin sağladığı bu ayırt edicilik insan için ne anlama gelir ve varlığı açısından hangi sonuçları doğurur?
Düşünmek insan için bir yandan müşterek bir alan oluştururken, diğer yandan ayırıcı bir hattı ifade eder. İnsan fertleri kendilerini “düşünen” olarak idrâk ettiğinde, düşünen hattının çizdiği dairenin dışında bir de “kendilerine benzemeyenler” olarak hayvanlar, bitkiler ve cansız cisimleri idrâk eder. Tanım itibariyle insanın kendisini ayırdığı en yakın türler, cinsdaşı olan hayvanlardır. Şimdi birkaç soru soralım: Düşünmek ne demektir ve canlılıkla nasıl bir ilişkisi bulunur? “Düşünmek nedir?” sorusuna felâsife çok çeşitli cevaplar verebilir; akıl yürütme gücünün bilfiilliğidir; ilksel bilgilerin idrâkinden başlayarak saf akledilirlerin idrâkine ulaşıncaya kadar çeşitli seviyeler dâhilinde aklın kendi bilfiilliğini ve yetkinliğini kazanmasıdır; insanın kendine özgü yetkinliği gerçekleştirerek hakiki hayata ulaşması ve kendine yeterli bir gayeye erişmesidir; Tanrı’ya benzemesidir; bilinen durumları bilinmeyenlere ulaştıracak şekilde düzenlemektir vb. Şimdilik burada olduğu gibi formel görünen ve çeşitli nispetler açısından yapılmış tarifleri bir tarafa bırakarak, düşünmenin yalın doğasına yaklaşmaya çalışalım.