İnsan hem tabiatta hem de hayatta yaşayan bir var-olan. Daha yalınlaştırırsak hem yeryüzünde hem de şehirde(toplumda). Bu iki yapıyı terkip ederek her insan kendi dünyasını kurar. Dünya, bu nedenle, katmanlı bir yapıdır. Bu yapı iç-içe geçmiş küreler gibi düşünülebilir. En dışta, sınırları müphem olsa da Evren var; dolayısıyla insan, en nihayetinde sıfır noktası büyük patlama kabul edilen ve süreç içinde varlığa gelen ve hâlâ var-olmaya devam eden, sürekli genişleyen, trilyonlarca galaksiyi içeren fizik bir kürenin içinde yaşıyor. Daha özelde Samanyolu Galaksisi’nde, Güneş Dizgesi içinde bulunan, farklı topoğrafik ve iklim özellikleri gösteren Yeryüzü’nde. Evren denilen kürenin içeriğini oluşturduğu düşünülen karanlık madde, anti-madde vb. unsurlar da çabası. Bilinenden çok bilinmeyenleri ihtiva eden bulmaca gibi bir Evren. Öte yandan fizik bir zeminden nasıl sökün ettiğini tam olarak bilmesek de İnsan, Yeryüzü’nde canlı denilen başka bir kürenin en gelişmiş üyesi; belki de son halkası. Canlı-olmanın kendine kazandırdığı pek çok özelliği de hâiz: Genlerden başlayarak sinir sistemi, beyin, kognitif yapı, vb. Benzer şekilde Hayat da iç-içe geçmiş kürelerden oluşan katmanlı bir yapı gösterir. Bir kişilik olarak bir topluluğun (aile, kabile, aşiret, vb.) içinde varlığa gelen insan, toplum (şehir, devlet, imparatorluk vb.) içinde kimliğini kazanır. Gelenek, görenek, ahlâk, hukuk, siyaset, vb. Hayat içinde işbaşında olan pek çok etkin belirleyicinin eşliğinde şekillenir. Şimdiye değin hem Tabiat’a hem de Hayat’a ilişkin tasvir edilen bir insanın varlığa geldiği, dolayısıyla yaşadığı iç-içe geçmiş küreler başka açılardan çoğaltılabilir ya da azaltılabilir. Ancak, en nihayetinde bir insanın bir-insan-olarak var-olmasının, varlığa gelmesinin ve varlığını sürdürmesinin iç-içe geçmiş kürelerden müteşekkil varlıkça bir tabakalaşma gösterdiği tespiti değişmez.