Düşünce tarihinin ana konularından biri insandır. Tüm bilim ve düşünce geleneklerinde ortak bir sorunlar öbeği olduğu hatta çeşitli yollardan birbiriyle irtibatlı olan muhtelif geleneklerde bir sorun sürekliliği bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda tüm geleneklerde (i) insanın yapısı yani ruh-beden ayrımı ve ilişkisi, (ii) insan idrâkinin mahiyeti ve sınırları, (iii) insan yetkinliğinin ne olduğu ve hangi şartlarda geçekleşeceği, (iv) insanın güçleri arasındaki ilişki, hiyerarşi ve denge sorunu, (v) bu soruna bağlı haz meselesinin neredeyse aynı canlılıkta ele alındığı söylenebilir. Bazen bu sorunlardan biri diğerlerini önceleyip ana sorun haline gelir ve diğer sorunlar, bu ana sorundan hareketle değerlendirilir. Bazen muhtelif açılardan ama birbiriyle ilişkili şekilde birkaç sorun düşüncenin ana gündemini işgal eder. Belirli bir dönemde bilimsel bilgiyi üretme iktidarını elinde tutan gelenekteki sorunlar ile bilimsel bilgiyi ithal etme çabasını sergileyen geleneklerin sorunları da merkez-taşra ilişkisinin bir uzantısı olarak daima örtüşmeyebilir. Yani bir geleneğin diğerini etkilemesi ile ana gündemini tayin etmesi farklı durumlardır. Yunan, İslam ve Batı medeniyetleri gibi çağlar boyunca etkinliğini sürdüren gelenekler farklı dönemler içermektedir ve bu dönemlerde merkezî sorunlar da değişikliğe uğrar.
Bu bağlamda tıbbın kendi içindeki gelişim sürecini bir tarafa bırakırsak İslam düşünce tarihinin Fahreddin er-Râzî dönemine kadar devam eden birinci klasik döneminde kelam geleneğinin temel sorunu, insanın fiillerinde ilâhî iradeden özgür olup olmadığıdır. Bu sorun hicrî ilk üç yüz yılda insanın mahiyetine ilişkin tartışmaları ikincilleştirerek yedeğine alır. Hicrî 4 ve 5. yüzyıllarda insan idrâkinin işleyiş sürecine dair tartışmalar, daha merkezî bir konum işgal eder. Bütün bu tartışmaları birleştiren harç konumundaki mesele ise teklifin hakikatidir.