Bilginin Mahiyeti (Şerhu’l–Mevâkıf’tan)

Seyyid Şerif Cürcânî

Seyyid Şerif Cürcânî



Birinci Maksat: Bilgi [nin Mahiyeti]

Bilgide bilen ile bilinen arasında bir izâfet yani özel bir nispet bulunmalıdır ki bu nispet sayesinde bilen, o bilineni bilen olur ve bilinen de o bilenin bilineni olur. Sözünü ettiğimiz bu izafet ve nispet, biz Eş‘arîlerin taalluk adını verdiğimiz şeydir. Taalluk denilen bu şey, herhangi bir şeyin diğerini bilen olmasında şarttır. Bundan başka bir durum, bir delille sâbit olmamıştır. Bundan dolayı kelamcıların çoğunluğu taallukla yetinmişlerdir. 

Denilmiştir ki bilgi, taalluk sahibi gerçek bir sıfattır. Bu görüşü, Eş‘arîlerden bir grup ileri sürmüştür. Bunlar bilgiyi, “çelişiğe muhtemel olmayan bir ayrıştırmayı zorunlu kılan bir sıfattır” şeklinde tanımlamışlardır. Yazarın tercih ettiği bilgi tanımının da bu olduğunu öğrenmiştin. Gözden kaçırma! Bu grubun düşüncesine göre ortada iki şey vardır: Bilgi ve bilen olmak. Diğer deyişle ortada o sıfat ve o taalluk vardır. 

Kadı Bâkıllânî, mevcut bir sıfat olan bilgi, ona göre haller kabilinden olan bilen olmak ve bu ikisiyle birlikte ya sadece bilgiye ya sadece bilen olmaya ya da her ikisine birden göreli bir taalluk olduğunu söylemiştir. Söz konusu taallukun sadece bilgi veya bilen olmaya göreli olması durumunda burada üç şey vardır: Bilgi, bilen olma ve bu ikisinden birine ait olan taalluk. Her ikisine birden göreli olması durumunda ise dört şey vardır: Bilgi, bilen olma ve her ikisine ait taalluk.

Filozoflar ise şöyle demiştir: Bilgi, zihnî varlıktır yani zihnî mevcuttur. Nitekim onlar, “bilgi sûretin husûlüdür” demişler ve bununla bazılarının açıkça ifade ettiği gibi meydana gelen sûreti kastetmişlerdir. Onların bilgiyi nitelik kategorinden saymaları da meydana gelen sûreti kastettiklerini göstermektedir. Bununla birlikte onlar bilgiyi sûretin husûlü olarak tarif etmişlerdir. Şüphesiz “husûl” nitelik kategorisinden değildir. Filozoflar, “bilgi, zihnî varlıktır” görüşüne varmışlardır çünkü salt olumsuzlama ve dış varlık açısından saf yokluk düşünülebilmektedir. Buna örnek, imkansızlar ile geometrik şekiller gibi pek çok mümkündür. Nitekim biz bunlar hakkında hüküm veriyoruz. Onlar taakkul edilmeden hüküm verilmesi ise imkansızdır. Yine hiç şüphesiz akleden ile akledilen arasında daha önce de geçtiği gibi, özel bir taalluk vardır. Taalluk, ancak birbirinden ayrışmış iki şey arasında düşünülebilir. Ayrışma ise ancak o ikisinden birinin genel olarak sübûtunun bulunmasıyla olur; çünkü burada bilinenin, dışta sübûtu yoktur. Öyleyse zihinde var olan şeyden başka onun hakikati yoktur. O zihinde var olan şey de bilgidir. Sözü edilen taalluk ise bilginin hakikatinin dışında olup onun bir gereğidir. O şey aynı zamanda bilinendir. Zira o, akleden güçte bulunması bakımından bilgi iken bizzat kendisi olması bakımından bilinendir. Dolayısıyla bilgi ve bilinen, zât bakımından bir iken itibar bakımından farklıdır. Dışta bulunmayan şeylere ilişkin bilgi böyle olduğuna göre diğer bilinenlere ilişkin bilginin de böyle olması gerekir. Zira aynı türsel hakikatin fertleri arasında farklılık yoktur. Sonra zihinde var olan şeye bazen dışta bulunan bir şey örtüşür, bazen de örtüşmez. Dışta bulunanın örtüşmesi, zihnî varlıkla nitelenen o mahiyetin, dış varlıkla da nitelenmesidir. Örtüşmemesi ise o mahiyetin dışta olmamasıdır. Bu örtüşme itibarıyla sözü edilen o zihnî mevcuda karalık, aklık, hareket, sükûn vb. dış hükümler ilişir. Şu hâlde mahiyet, dışta var olduğunda dış varlık bakımından kendisine ilişen ve özgü olan durumlardan yoksun kalmaz. Dolayısıyla bu durumlar mahiyet zihinde var olduğu esnada ona ilişmez. Yazarın “bu itibarla” sözüyle örtüşme ve örtüşmeme durumlarının her ikisinin de kastedilmiş olması muhtemeldir. Bu takdirde anlam şöyle olur: Zihinde var olan şey, sadece zihinde meydana gelmiş olmakla, kendi olması bakımından düşünülür ve bu açıdan onun dışta örtüştüğü bir şeyin bulunması da bulunmaması da mümkündür; akıl o şey hakkında doğru veya yanlış hâricî hükümler verebilir. Bu ihtimal yazarın şu sözüne daha uygundur: Zihinde mevcut olması bakımından ise ona ait bir hüküm yoktur yani aklın bu açıdan onun hakkında hüküm vermesi mümkün değildir. Onun hakkında hüküm verebilmesi için ikinci kez zihinde olması bakımından düşünmesi gerekir. Bu durumda onun hakkında dış hükümlerden farklı tümellik, tikellik, zâtîlik, arazîlik, cinslik, fasıllık vb. başka hükümler verir. Böylesi hükümlere ise ikinci makûller denir. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun