Dinî inançların bilgi değeri nedir? 20. yüzyılın baş döndürücü bilimsel dönüşümü, dinî inançları eleştirinin dışında bırakmamıştır. Tanrı’yı bilmenin veya Tanrı hakkında konuşmanın imkânı, dinî inançların doğru olup olamayacağı gibi tartışmalar, modern din felsefesinde oldukça geniş yer kaplar. Bu yazıda, dinî inancın yanlışlanamayacağı için anlamsız olduğu iddiasını değerlendiriyor ve gerekçelerle reddediyorum. Yazının başında bu iddiayı dile getiren Flew’ün makalesini ve onun kaynağı olan Popper’ın yanlışlamacı yöntemini analiz ettikten sonra, iddianın ima ettiği anlamı ortaya koyuyor ve bu anlamın haklı bir gerekçeye dayanıp dayanmadığını şu iki soru çerçevesinde tartışıyorum: 1) Yanlışlamacı yöntem bilimsel bilgiyi tam anlamıyla karakterize eder mi? 2) Bilimsel bilgiyi karakterize etse bile yanlışlama yöntemi, her türlü bilgiyi denetlemeye uygun mudur? Tartışmalar ışığında, yanlışlamacılığın bilimsel araştırmalar da dâhil olmak üzere pek çok bilgi türü için yetersiz bir yöntem olduğunu ve bilimsel araştırmalar için yeterli olduğunu kabul etsek bile, yanlışlamanın dinî bilgiyi değerlendirmek için uygun bir yöntem olmadığını düşünüyorum.
20. yüzyılın belki en çok okunan din felsefesi makalesinde Anthony Flew, bir orman yürüyüşünde çiçeklerle bezeli, düzenli ve bakımlı açık bir alanla karşılaşan iki kişinin hikayesini anlatır.1 Bu kişilerden biri, o alanda gördükleri düzenin, bir bahçıvanın eseri olduğunu söyler. Diğeriyse, buranın kendiliğinden oluştuğu iddiasındadır. Neticede, bir kenara saklanıp beklemeye karar verirler. Eğer bir bahçıvan varsa, saklandıkları yerden onu görebileceklerdir. Ancak zaman geçer ve bir bahçıvan görünmez. Bir bahçıvanın olduğuna inanmayan ikinci kişi isyan etse de, bahçıvanın olduğundan emin olan kişi “bahçıvanın görünmez olduğunu” ileri sürer. Bunun için alanın etrafına tel örerler. Tele takılan da olmaz. Bahçıvanın olduğuna inanan için bu yine sorun değildir. Çünkü bahçıvan sadece görünmez değil aynı zamanda bedensizdir. Tele elektirik vermek gibi yollar da işe yaramaz. Alanın bir bahçıvan tarafından düzenlenip düzenlenmediğine dair tüm sorgulamalar, inanan tarafından bahçıvan hakkında yeni bir iddianın ortaya atılmasıyla sonuçlanır. Böylece bahçıvanın olmadığı bir türlü kanıtlanamaz.
Bu hikayeyi anlatan Flew, Tanrı’nın varlığının da bir tasarımdan yola çıkarak benzer şekilde iddia edildiğini ancak bu iddiaya ne itiraz gelirse gelsin, savunmacıların Tanrı’ya yeni nitelikler atfederek itirazı reddettiklerini söyler. Bu yolla, Tanrı hakkında başta yapılan iddiadan geriye bir şey kalmayacak kadar ayrıntılı nitelendirmelerle karşı karşıya kalırız. Örnek olarak Tanrı’nın her şeye gücü yettiği iddia edilir. Ancak konuyu biraz derinlemesine daldığımızda, Tanrı’nın mantık kurallarını ihlal edemeyeceği (çünkü aslında bunun bir sınırlama olmadığı), Tanrı’nın geçmişi değiştiremeyeceği (çünkü geçmiş yoktur) veya Tanrı’nın ahlâkî kötülük yapamayacağı (çünkü bizatihî iyi olduğu) söylenir. Bunlar birer nitelendirme olarak, başta söylenen “Tanrı’nın gücü her şeye yeter” ifadesini kısıtlamaktadır. Flew’e göre buradaki sorun, söz konusu ifadedeki teolojik inancın yanlışlanmasının imkânsız olmasıdır. “Tanrı’nın gücü her şeye yeter” ifadesi de “Tanrı’nın gücü çoğu şeye yeter” ifadesi de nitelendirmeye her zaman açık olduğu için asla yanlışlanamazlar. Flew, buradan yola çıkarak teolojik ifadelerin yanlışlanamadıkları için anlamsız olduklarını iddia etmiştir.