Uylaşımsal adâlete gelince; özel ve genel olmak üzere iki çeşittir. Bunlardan genel olanı, altınla yapılan ticaret gibi bütün insanların üzerinde anlaştığı şeydir. Yeryüzündeki insanların ittifakı tamamen bu yöndedir. Çünkü altın, bütün emek ve işin ölçütü ve tözlerin mutlak vekilidir. Bu, rıza ve uzlaşıyla olursa, rastgele ve şansla değil, aksine uzun bir araştırma (nazar), hayli bir incelemeden sonra ve geçmiş bilimin temeli üzerinde olmuş olur. Bütün farklılıklarına rağmen insanlar, evrendeki varlıkların en kalıcısı, taşınması en hafifi, nefse en hoş geleni, en göz alıcısı, varlığı en kıymetlisi ve bozulmaktan en uzak bulunanı olması nedeniyle altına meylederler. Pek çok şeyi değiştirip bunların yerine, bunlara karşılık olarak altın edinen kimse, uygun hareket etmiş olur. Böylelikle o kişi, ne zaman ne isterse ona sahip olur. Ve o, ömrü boyunca, onun dışındaki tözleri bozan fesadın her türlüsünden altını korur. Birisi onu, ister kendisi isterse torunları için saklasın, onda su, ateş, hava ya da toprak yoluyla bir değişme olmaz. Her on gümüşe karşılık bir altın değer biçilerek, gümüş, altının bedeli (halîfe) yapılmıştır. Çünkü gümüş, belirtilen erdemler hususunda altından sonra gelir.
Özel uylaşımsal adâlete gelince; çeşitli ülkelerdeki farklı insanlar (kavm) tarafından kabûl edilen ve farklı şehirlerden halkların (ehl) sınırlandırmaya, basitleştirmeye, bir araya getirmeye ve ayrıca onu sürdürmek, hakkında âdil olup ondan ayrılmamak kaydıyla bir işte iki kişinin yaptığı anlaşmaya dair üzerinde ittifak ettikleri adâlettir. Araştırmada bunun pek çok örneği vardır. Yaygın olduğundan onu burada belirtmeyeceğiz. Çünkü hiç kimse özel uzlaşma ve anlaşmayı kavrayamaz. Ancak sen bu konuyu (ma’nâ) geleneklerde yaygın olarak bulabilirsin. Bunu kimse inkâr edemez. Böylece gelenek sahibi (yönetici) ve yasa koyucu, duruma göre, yönettikleri kişilikler ve tanık oldukları adetler miktarınca daima durması gerekmeyen, aksine durumlar ve adetlerin değişmesiyle değişebilen kurallar koyar. Bu yasaların her biri, kendi zamanında âdildir ve onlardan yüz çevirmek adâletsizlik ve haksızlıktır. Yalnızca insanda bulunan ve onunla övülme sebebi olan istemli (ihtiyârî) adâlete gelince; birbirine baskın ve üstün olmaksızın nefsin kuvveleri arasında uzlaştırmadır. Sağlığın bedenle ilişki içinde olması gibi, istemli adâlet de nefsle ilişki içindedir. İnsanların yetileri (tabâi’) dengeli bir huya sahip olduğu zaman, çekişme olmaz. Nefsin bedene karşı şerefli ve erdemli olması yanında, nefsin sağlığı da bedeninkine nazaran öylece şerefli ve erdemli olur.