Bir söylemin diyagramatik varlık şeması en temelde üç imkânı verir: Birincisi, idrâk için ontolojik bir tabakalaşma ve hiyerarşi duyarlılığı; ikincisi, üzerine konuşulan nesnenin alacağı yüklemleri belirlemesi; üçüncüsü ise bilginin meşruiyeti ve ilzâm ediciliğinin kaynağı olması. O kadar ki, herhangi bir nesnenin hakkında konuşmanın, ona yükleme yapmanın meşruiyetini o nesnenin diyagramatik varlık şemasındaki yeri belirler. Başka bir deyişle bir nesne hakkındaki bilgi, yani o nesnenin hakikatine ilişkin bilgi meşruiyetini varlık şemasındaki diyagramatik yerinde bulur. Bu nedenle tarihte önemli filozof–bilim insanları varlık mertebelerini (merâtib el–vucûd) belirleme hususunda oldukça titiz davranmışlardır. Bu konuda ilk belirleyici tasnif Aristoteles’e aittir. Aristoteles’in tasnifi hareket metafiziğini temel alır ve esas alarak varlıktan daha çok bir var–olanın mertebeleri (merâtib el–mevcûd) olarak adlandırılabilir. Var–olanlar, Aristoteles’e göre, insanın ya irade ve ihtiyârından bağımsız ve nazarî idrâkin incelediği nesneler ya varlığını insan irade ve ihtiyârının cisimleşmesine borçlu ve amelî idrâkin incelediği nesneler; ya da belirli bir gâye için yapılan işleri ifade eden üretici (intâcî) nesneler olarak tasnif edilebilir. Kelamcılar ise varlık mertebelerini hudûs metafiziği içinde tayin ederler ve kadîm ve muhdes olarak ikiye bölerler. Bu bölme, Hâlık ile mahlûk arasında kapatılması gereken bir yarık oluşturur. Muhdesi cevher ve araz olarak ikiye ayıran kelamcılar; cevheri de bölünmeyi kabul eden cisim/mekân ve hiçbir şekilde daha alt parçalara bölünmeyen cevher–i ferd olarak belirlerler. İbn Sînâ ise ilkece îcâb ve imkân metafiziği diyebileceğimiz bir zeminden hareket eder ve Varlık kavramını taksîm–i zâtî ile vâcib, mumkin ve mumteni olarak üçe böler. Hareket metafiziğini esas alan filozofları tabi‘iyyûn, îcâb ve imkân metafiziğini esas alan filozofları ise ilâhiyyûn olarak adlandırır. İbn Sînâcı îcâb ve imkân metafiziği illetlerin birliği (vahdet el–ilel) ilkesince, tüm Varlık’ı, sudûr mekanizması içinde sıkı bir illet–ma‘lûl ilişkisine sokar. Bu çerçevede illetleri varlık illetleri (ilel el–vucûd), mâhiyet illetleri (ilel el–mâhiyyet) ve hudûs illetleri (ilel el–hudûs) olarak taksim eder. Bu tasnifte Aristotelesçilik, İbn Sînâ dizgesinin özel bir hâline dönüşür ve mumkin varlık kategorisinin altına düşer. Tarihî süreçte, kelâmî, meşşâî ve işrâkî gelenekleri dikkate alarak vucûd kavramını aslî kabul edip tüm var–olanları tecellî mekanizması içinde tasvir eden İbn Arabî, ilâhî kürede îcâb ve maddî kürede imkân metafiziğini uygular; böylece mûcib ile muhtâr tanrı anlayışlarını terkib eder.