Bilindiği gibi İbn Sînâ, hariçte, zihinde, dilde ve yazıda olmak üzere dört varlık mertebesi belirler. Daha sonra klasikleşmiş bu tasnife göre lâfızlar, bu varlık mertebelerine denk bir şekilde şey, tasavvurât, elfâz ve kitâbet olarak sınıflandırılır. Fakat çağdaş dijital söylem çalışmalarına bakınca bu dört mertebeye bir yenisini eklemek gerekir: sözlü yazı. Dijital dünyadaki metinler, her ne kadar yazılı olsalar da sözlü söylemin akışkanlığına, çoğulluğuna, esnekliğine sahip oldukları için şekilsel bir sözlülük içerirler. Bu sözlülüğün temel nedeni söylemin daima bütünlerden bağımsız parçalardan oluşmasıdır. Bu ortamda her ifade bağlamında koparılmaya ve çarpıtılmaya elverişlidir. Dolayısıyla yazıyı anlamak için parçalar ile bütün arasındaki hermeneutik daireye başvurmayı imkânsız hale getirir. Zira her parça okurun oluşturduğu kurgusal bütünler içerisinde, onun hayal ve beklentilerini onaylayacak şekilde algılanır. Oysa parçaları bütünler içerisinde anlamak için dijital zamansallıkta şimdiki ânın egemenliğine direnmek gerekir.
Dijital yazının sözlülüğü
Dijital dünyada yazılı metinler yeni bir şeklî sözlülük kazanır. Dijital söylem daima değişken olduğu için tam yazılı da değildir, fakat söz bu akışlarda kaybolmadığı için tam sözlü de değildir. Söz belirli bir iz bırakır, ancak özerk bir parça olarak bu iz daima dönüşüme tabidir. Bu yeni tür sözlülükte “uzmanlık düzeyi ne olursa olsun herkes, dilediği gibi ve istediği zamanda belirli bir söylemin gelişimine iştirak edebilir.”1 Sözlü yazı, Walter Ong’un işaret ettiği ve televizyon veya radyoda karşılaştığımız, ikincil sözlülükten farklıdır.2 Burada mesele sözlü bir içeriğin ikincil bir şekilde kaydedilmesi değil, doğrudan yazılı olan bir söylemin biçimsel açıdan sözlülüğe özgü özellikler taşımasıdır.