Türkçede, ‘bilim’ dediğimizde aslında pek çok kavramdan birini veya birkaçını kastediyor olabiliriz. Bilim, kimilerine göre insanın zihninden evrene açılan bir pencere; kimilerine göre ise kendisine uyulması gereken bir kılavuz olarak tarif ve tasnif edilebilir. Nihayetinde bilimi, insan zihninin evreni anlamak üzere sergilediği dizgeli çabalar bütünü olarak da ele alabiliriz. Üstelik bilime böyle bir bakışla hem en geniş anlamıyla tarihî çalışmaları hem de şimdiki farklı disiplinleri kastetmek ve kuşatmak mümkündür. Dolayısıyla ‘bilim’ söz konusu olduğunda ilk soru ‘bilim nedir?’, ikinci soru ise ‘hangi bilim?’ olmalıdır. Çünkü gerçekte, evrenin farklı parçaları birden fazla manzara sergiliyor olabilir. Yani karşımızda tek bir gerçek değil, çoklu gerçeklikler kümesi varsa bu gerçeklikleri insan zihninin kavrayabileceği bilgi türünde ifade etmek üzere onlarca, yüzlerce bilim dalı ortaya çıkmış olabilir.
Öğretmenler bilirler ki herhangi bir sınıftaki öğrencilerin zihnî eylemleri, tek bir zekâ türüne indirgenip hapsedilemez. Aynen o şekilde insanın evreni anlama çabası da tek bir bilime indirgenemez. İnsanın kendini ve evreni anlamlandırma çabası ise bilimin dışında ancak onunla yakın temasta disiplinleri de doğurur ya da besler: Sanat, din, felsefe gibi... Çoklu bir evren modeli nasıl anlaşılır olacaktır? Hangi bilim ya da bilimler bize bu konuda en verimli kılavuzdur? Bilimler ne işimize yarayacaktır? Her şeyden önce bilim(ler) işimize yarama gayretinde midir? Bu ve benzeri sorular hakkında sayfalarca yazılabilir. Ancak belki biraz da içeriden seslere kulak verilmelidir.
Bilim hakkında veya bilimle ilgili yazanların, bilim insanlarıyla yakın temasta olması, bilim literatürünü yakından takip ediyor olması artık bir zorunluluktur. Ancak böylelikle bilimin tarihiyle ya da felsefesiyle ilgilenenlerin zihinlerindeki türlü abartılara son verilebilecektir. Bu abartılara bir örnek olarak matematik gibi işlev olarak araçsal, yapı olarak formel bir bilimin öncelenmesi verilebilir. Tabiatın matematiğe, geometriye sebep – sonuç ilişkisiyle bağlı olduğu zannı, başta eğitim öğretim olmak üzere türlü alanların matematikleştirilmesiyle sonuçlanmış; yine aynı süreçte tabiata müdahale eden mühendislik yüceltildiği için doğal ortamların kaybı umursanmaz olmuştur. Halihazırda matematiği önceleyen ve mühendisliği yegâne inşa makamı gören bakışın sebep olduğu çevresel felaketler gün geçtikçe artan ivmeyle geleceğimizi tehdit etmektedir. Büyük bir ihtimalle geleceğin teknolojisiyle bir yandan uzayın kapıları daha da zorlanacak, öte yandan açlık ve susuzluk gibi küresel problemlerle baş etmek artık mümkün olmayacaktır. Tüm bu konuların etik boyutu bambaşka bir mesele olduğundan burada değinilmeyecektir.