Fazlıoğlu: Değerli dostlar, Teklif’in 11. sayısının açık oturumu için toplandık. Konumuz Tedeyyün... Bildiğiniz gibi bu konunun öne alınmasını özellikle Ömer hoca talep etti. Bu nedenle ilk sözü Ömer hocaya veriyorum. Hocam buyrun.
Türker: Eyvallah sevgili hocalarım. Tedeyyün meselesini ele almamızın bir sebebi var. Tedeyyün meselesi niçin gündemimizi bu kadar işgal eden bir mesele? Bununla ilgili kısa bir değerlendirme yapacak olursak şunlar söylenebilir: Modernleşme süreci, aynı zamanda klasik dünyada oluşan tedeyyün anlayışlarının da şu veya bu şekilde sorgulandığı, kimi cihetleriyle irtifa kaybına uğradığı bir sürece tekabül ediyor. Çelişkili şekilde bazı bakımlardan da amelî hayatın güçlendiği durumlara şahit olduğumuz bir döneme tekabül ediyor. Yani bazı açılardan bakıldığında tedeyyün kapsamında değerlendireceğimiz fiillerin çoğaldığı ama tedeyyünün esasını oluşturan inanç kısmının içeriksizleştiği yahut fiilleri yorumlamakla ilgili yaklaşımların yerini başka yaklaşımlara ve başka inançlara terk ettiği bir süreç… İslam dünyasının ve genel olarak dünyanın modern dönemdeki krizinden klasik anlamıyla mütedeyyinlik de tedeyyün tipleri de nasibini aldı. Burada meseleyi açmak babından dikkat edilmesi gereken hususların en önemlilerinden bir tanesi şudur: Bütünüyle İslam tarihini, bir tedeyyün tarihi olarak okuyabiliriz. Yani biz, Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan ve Allah Resulünün temsil ettiği hakikat idrâkini ve ona uygun yaşamı tevarüs etme çabalarını, bir tedeyyün projesi olarak değerlendirebiliriz. Bu anlamda hadisçilik bir tedeyyün projesidir, fakihlik yani fıkıh dediğimiz ilim bir tedeyyün projesidir, bazı bakımlarıyla mütekellimlik, özellikle Mu’tezile’nin temsil ettiği kelamcılık bir tedeyyün projesidir. Biz sadece bu fikrî akımları değil, erken dönemde ortaya çıkan zümreleri, Hz. Peygamber’in temsil ettiği tedeyyünü tevarüs etme çabasını temsil eden muhtelif zümreler olarak okuyabiliriz.
Çiçek: Tasavvuf…
Çitil: Tasavvufu da söyleyelim. Tasavvuf önemli bir çizgi, çok bambaşka bir çizgi ve tedeyyünle yakın alakası var.
Türker: Evet evet, züht başlangıçta bir tedeyyün iddiası olarak ortaya çıkıyor sonra bu tedeyyünün nasıl temellendirileceğiyle ilgili tartışmalar bizim bildiğimiz anlamda süreç içerisinde tasavvufu doğuruyor. Yani demem o ki aslında tüm yönleriyle, nazariyatıyla da düşünsek, amelî hayatıyla da düşünsek, Müslüman olarak var olmak, bir tür tedeyyünü temsil etmek anlamına geliyor. Modern dönemde ise zihnimizin ve davranışlarımızın, klasik anlamdan uzaklaştığı ölçüde yahut kriz yaşadığı ölçüde de tedeyyün hayatımız kriz yaşıyor. Meseleyi bu bağlamda ilerletebiliriz.
Fazlıoğlu: Şöyle bir şey söyleyebilir miyiz? Nasıl ki hakikat tek, ancak ona giden yollar çok diyorsak… Yani hakikat kendinde tek ama sahnedeki tecellisi çoksa; din de aslında tek: İslam. Ancak İslam’ın sahnedeki tecellileri, belki de temsilleri çok…
Türker: Hatta onu şöyle özelleştirelim hocam; tedeyyünle ilgili biraz daha uygulamaya dönük bir ifade de koyabiliriz oraya. Dinin nazarî idrâkini ve o nazarî idrâkin en uygun yaşamını, pratiğini Hz. Peygamber temsil ediyor. Peygamber[s.a.v.], tek bir şahıs; fiilleriyle, takrirleriyle, ifade ettikleriyle, kalbinde taşıdığı mânâlarla bir şahıs. Tüm ümmetin fikrî ve amelî hayatı bunun bir tafsili olarak ortaya çıkıyor ve Peygamber’in temsil ettiği bu hakikat idrâki ve uygun yaşamın bir temsilini taşıdığı iddiasında. Bu anlamda tüm akımların kendileriyle özelleşen, kendilerine mahsus bir tedeyyün iddiaları var.