Tarihsel bir olayın tam bir tarifi yoktur. Bir olayın tam tarifinin olabilmesi için onun efrâdını câmi ağyârını mâni bir tarih–yazımla, başka bir ifadeyle tarihsel bir olayın “olay” olarak tahakkuk etmesinde şu ya da bu ölçüde etki payına sahip tüm ilişkileri içeren bir perspektifle tanımlanması gerekirdi ki bu da pek mümkün değildir. Çünkü “ilişki”lerden oluşan doğası itibarıyla tarihsel bir olay, efrâd ve ağyârının tam tespitine elverişli değildir ya da aksine insan zihni bunu tespit etmeye kabiliyetli değildir. Bu sebeple, hiçbir tarih–yazımı, tarihsel bir olayı tüm ilişkileriyle veya efrâd ve ağyârıyla birlikte ortaya koyamaz. Buna olay ve metin bağlamında tahakkuk edip tarih–yazımına şu ya da bu yönde ilişen “yazarın iradesi” ve bu iradenin kasıtlı veya kasıtsız eklentileri de dahil olduğunda, başka bir ifadeyle söz konusu olaya ait olmayan bir zaman ve mekânda çoğalan ilişkiler de eklendiğinde bu zorluk daha da içinden çıkılmaz olur. Zaten bilebildiğim kadarıyla, Doğu’dan ya da Batı’dan, –sahih bir akla müracaat eden– hemen hemen kimsenin buna yönelik kayda değer bir itirazı da yoktur. Nitekim tarihsel bir olayı tüm zaman, mekan ve anlarıyla; tüm sebep, sonuç ve etkileriyle; tüm çoğunluk, azınlık ve farklılıklarıyla; tüm özgür, köle ve yabancılarıyla; tüm güçlü, güçsüz ve zayıflarıyla; tüm kazanan, kaybeden ve etkilenenleriyle; tüm iyi, kötü ve kahramanlarıyla; tüm dost, düşman ve ittifaklarıyla; tüm zalim, mazlum ve adilleriyle; tüm kadın, erkek ve çocuklarıyla vb.; kısacası tüm özne, nesne ve ilişkileriyle kuşatıcı bir tarihini yazmak, en azından “ilişki”leri bakımından boşlukları, kayıpları veya eklentileri olmayan bir tarih yazmak, insan gücünün ötesindedir.