Felsefe Tarihi ve Özgünlük Sorunu

Selami Varlık

Selami Varlık



Birbirini tekrar eden çalışmaların sayısından şikayet eden ve entelektüel özgünlüğü savunan söylem giderek yaygınlaşmaktadır. Bazılarına göre düşünce tarihi çalışmaları kesinlikle vazgeçilmezdir, ancak yetersizdir; zira özellikle çok çalışılmış eserler söz konusu olduğunda bazen bunlar fazla betimleyici olabilmektedir. Diğerlerine göre ise özgünlük, geçmiş düşüncelerin incelenmesinden radikal bir kopuş gerektirir. Yeni fikirler keşfetmek için mutlaka yeni yazarların incelenmesi savunulur. Oysa, bir fikrin yeniliği ile bu fikrin ilgili olduğu konunun yeniliği farklı şeylerdir. Betimleme ile verimli inceleme arasındaki fark dikkate alındığı sürece eski eserler de – tıpkı yenileri gibi – yeni kavramlara vesile olabilir. Özet olarak, canlı ve doğurgan bir düşünceye duyulan ihtiyaç konusunda neredeyse tam bir mutabakat olsa da bu düşüncenin nasıl olması gerektiği konusu çok karmaşıktır. 

Hakikatin Birliği ve Özgünlük Sorunu

Özgün bir nesneye genellikle iki temel özellik atfedilir: Yenilik ve uygunluk.  Özgün bir eser mutlaka yeni olmalıdır, fakat her yeni çalışma özgün sayılamaz; aynı zamanda bir değer, bir meşruiyet içermelidir. Yani söz konusu alanda tartışılmaz bir faydaya yol açmalıdır. Lakin, düşünce tarihi bağlamında özgünlük konusu, tam da ona atfedilebilecek değer açısından gerçek bir sorun teşkil etmektedir. Özgünlük fikrindeki yenilik gerekliliği, belli bir birliği ve dolayısıyla sürekliliği öngören felsefî hakikatin arayışıyla uyuşmaz gibi gözükmektedir. “Hakikat, kendisini reddetmeden çoğul olamaz”,1 çünkü hakikat kendisini hakikat olmayandan ayırt edebilmeyi gerektirir. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun