Tanzimat sonrasındaki süreçte Modern dünyanın/Batı’nın felsefe–bilimden modaya, müzikten yazım türlerine kadar izlerini takip eden entelektüel zümrenin tarihle olan ilişkisi de alımladıkları kavram şeması ve bunlara yer açıp ikâme etmek için terk ettikleri terimlerle birlikte daha iyi anlaşılabilir. Bu dönemdeki düşünürlerin Hegel’den mülhem “düşünülmüş olan üzerinde düşünerek” filozofça bir tavır benimsemekten çok, adeta “zaten düşünülmüş üzerinde kafa yormamak” şeklindeki “kolaycı entelektüel tavır”a sahip olduğu söylenebilir.
Hikmet–i tabîiyye kavramının yavaş ve sessizce ortadan kalkışı ve yerine “felsefe ve tarihle bağlantısı koparılmış fizik”in benimsenişi; ilimlerin faydalı (ulûm–ı nâfia), pozitif (müspet) vb. şeklinde nitelenerek modern fizik, biyoloji, teknik ve teknoloji kümesine alem olması da –ve dolayısıyla karşısında duran ilimlerin bir nevi “faydasızlığını ve negatifliğini” îmâ ediyor oluşu da– tarihle olan temasın pamuk ipliğine bağlı olduğuna işaret ediyor gibidir. Her şey zıddıyla bilinir ve hedeflenen bir kümeye verilecek her isim aynı zamanda zıddını düşündürür.
Klasik dönem teorik–pratik gibi aklın işleyiş biçimi üzerinden yapılan ayrımlarla birini diğerinden ayırıp bir “olumsuzluk” yüklemekten kaçınıyorken; modern dönemin zihinlerle oynadığı en büyük oyun, dil üzerinden gerçekleştirilen ve tarihle de duygu ve düşünce bakımından mesafe konmasına sebep olan kavram tercihlerini dayatıyor olmasıdır.