Çitil: Sevgili arkadaşlar, açık oturumlarımızın üçüncüsünde buluşmuş durumdayız. Okurlarımıza da hatırlatmak üzere ilk sayımız mükellefiyet, ikinci sayımız gerçeklik temalarını taşıyordu ve biz mükellefiyet meselesinin kaçınılmaz bir şekilde gerçeklik sorununu ve aynı şekilde özgürlüğü iktiza ettiğini düşünerek peş peşe bu temaları seçmiştik. Öncelikle bu meseleler, yani mükellefiyetimizin ne olduğu, nasıl bir gerçeklik içerisinde yaşadığımız ya da bu gerçeklik itibariyle özgür oluşumuzdan bahsedilip bahsedilemeyeceği konusundaki tavırlar yahut seçimler aslında her medeniyetin çekirdeğini, çekirdek ideolojisini belirlediği için son derece önemli. Antik Yunan felsefesinde, insanın var oluşu trajik olarak tasavvur ediliyor. Trajediyi hepiniz biliyorsunuz, kelime olarak bir keçinin boğazlanırken çıkardığı ses anlamına geliyor. Yani insanın var oluşu trajik, bu gerçeklik içerisinde o keçinin durumundan çok farklı değil. Bir biçimde Nietzsche’nin Tragedyanın Doğuşu’nda da söylemeye çalıştığı gibi durum bu ama buna karşı olumlu bir tepki vererek, olumlayarak bu durumu yolumuza devam edeceğiz diyen bir medeniyet Antik Yunan medeniyeti. Felsefede özellikle Platon ve Aristoteles’in nasıl olup da özgürlüğü düşünebiliriz konusunda girişimleri var. Ancak bu trajedi Antik Yunan medeniyetine hakikaten rengini veren bir perspektif oluşturuyor. Bu resim dinlerle birlikte, özellikle de İslam’la birlikte bir değişime uğruyor. Biz Nebi ile karşılaşıyoruz ve o bize bir mükellefiyetimiz olduğunu hatırlatıyor. Bu kaçınılmaz bir şekilde analitik olarak aslında özgür olduğumuzu da içeriyor. Bunun nasıl olup da gerçekleştiği, bu nedensel bağların gereğinin determinizmin olduğu bir mekânda nasıl özgür olduğumuz meselesi ayrı. Bu bir varsayım gibi, en başta hiç tartışılmadan kabul edilen bir şey gibi. Tabii bu tartışılmıyor değil. Kelam geleneğinin kendisi bile, Mu’tezile ekolünün ilk ortaya çıkışı bile, büyük günah işleyen dinden çıkar mı meselesinin tartışılmasıyla başladığı için özgürlük, özgür irade meselesi; kim hangi yaptığından ne ölçüde sorumludur meselesi etrafında gelişmiş, yüzyıllara yayılan önemli tartışmalar yapılmıştır. Özellikle Eş’ârî kelamda yine hepimizin bildiği gibi bir konuyla ilgili insanın bilgi sahibi olması ya da arzu etmesi bir eylemin gerçekleşmesi için yeterli görülmüyor. Bir iradenin, Allah’ın irade etmesi üzerinden konu tasavvur ediliyor. Ama özellikle biz bunu bu şekilde düşünüyoruz lakin modern döneme geldiğimizde, yine mekanik determinizmin ortaya çıktığı bir evrende bunun nasıl olup da anlaşılacağı, nereye oturtulacağı özellikle metafizik eleştirilerin yoğunlaştığı bir dönemde ciddi bir probleme dönüşüyor. Modern dönemde mesela Kant’ın çok büyük etkisi var bu tartışmalarda. Diyor ki, özgürlük sorunu, yani özgür bir neden olarak ben kendimi tasavvur edebilir miyim edemez miyim, ya da özgür bir neden miyim değil miyim tartışması aklın içinden çıkabileceği bir tartışma değil, yani antinomi diyor buna, antinomik bir tartışma diyor. Ben özgürlüğümden ancak bir arzu varlığı olarak ahlâk tecrübesinin sınırları içerisinde bahsedebilirim, diyor. Bir şekilde özgürlük tartışması özellikle modern dönemde ve Kant sonrasında nazarî olandan amelî olana doğru bir kayma gösteriyor ve bunun sonuçlarını da yoğun bir şekilde bugün yaşıyoruz. Başka bir açıdan da konuya bakacağım. Mesela özgürlük sınırlamalar altında olmamak, sınırlandırılmamış olma anlamında da anlaşılabilir.