Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığının Yazma Eserler veri tabanı tarandığında, tüm Türkiye Yazma Eser Kütüphanelerinde, 22.03.2024 tarihi itibarıyla, 352.975 yazma eser bulunduğu görülür. Bu yekûn içinde adında usûl bulunan eserler ise 8.401 adettir. Dünya’da bulunan tüm Yazma Eser Kütüphaneleri tarandığında bu yekûnun çok ama çok daha fazla olacağı açıktır. Bir de adında doğrudan usûl kelimesi bulunmamakla birlikte içerik bakımından usûl konularını içeren eserler dikkate alındığında sayının daha da artacağı söylenebilir. Hemen şu soru sorulabilir: İslam temeddününde, nüsha tekrarları çıkarılsa dahi, niçin bu kadar çok usûl kitabı kaleme alınmıştır? Öte yandan, özellikle Osmanlı Medreselerine bakıldığında, dil bilimleri, mantık ile hadis, tefsir ve fıkıh gibi farklı alanlara ilişkin usûl metinleri yanında, düşüncenin terbiyesi, hatta biçimselleştirilmesi adına hendesî burhânî dizgenin, oldukça bilinçli ve ayrıntılı bir şekilde ders olarak okutulduğu görülür. O hâlde birinci soruya, “niçin eğitim–öğretim sürecinde usûl bilimlerine bu kadar yer verilmiştir?” gibi ikinci bir soru eklenebilir. Bahusus ders kitaplarının bir kültürün ve mensuplarının zihniyetini belirlediği düşünülürse, ikinci sorunun yanıtlanmasının, bir temeddün hareketine içkin amacı anlamak açısından ne kadar önemli olduğu görülebilir. Bu tespitin illeti nedir?
İslam bir hayat görüşü olarak, tarihteki diğer benzerleri gibi, bir temeddün hareketini başlatırken, inşâ etmeye başladığı anlatıyı, insanların ona katılabileceği yani istifâde edebileceği bir sûrette ifade etmek zorundaydı. Bu ifade, toplumu, manevî güvenlik(emân) için mistisizm, sofizm ve skeptisizmden koruyacak, ancak aynı zamanda müphemiyetten de uzak tutacak, paylaşılabilir, tekrar edilebilir, denetlenebilir, hesabı verilebilir, kısaca eleştirilebilir bir bilgi dizgesi/dizgeleri içinde mümkündü. Bu nedenle, Medîne, akabinde Basra ve Kûfe’de, pek çok kişinin katkıda bulunduğu algoritmik zihniyete dayalı ancak birbirinden farklı usûller kuruldu.