el–Munkız, Gazzâlî’nin hem kendi hakikat arayışını, krizini ve hakikate ulaşma sürecini özetlediği hem de yaşadığı dönemde hakikat iddiasında bulunan ekolleri değerlendirdiği eseridir. Dolayısıyla eserin muhteva olarak iki ana kısımdan oluştuğu söylenebilir: Birincisi, şahsi bir kriz ve hakikat arayışının tasvir edildiği; ikincisi ise hakikat iddiasında bulunan kelamcılar, sûfiler, filozoflar ve bâtınîlerden ibaret dört zümrenin iddialarının değerlendirildiği kısımdır. Her iki kısmın da ortak bir sorunu vardır: Özelde insanın genelde tüm mümkün mevcutların aslıyla irtibatının kavranması.
Gazzâlî’nin şahsi krizi ve bu krizi aşma tecrübesi, varlık ve bilginin aslının, aksine muhtemel olmayan bir kesinlikle kavrama çabasını ifade eder. Metinde dile getirdiği üzere Gazzâlî, “Bir şey ya vardır ya yoktur”, “Bütün parçadan büyüktür” ve “Bir şeye eşit olan şeyler birbirlerine eşittirler” gibi hem ispatı hem de çürütülmesinin mümkün olmadığı düşünülen temel bilgilere sirayet eden bir kuşkuya dûçar olmuştur. Bu bilgiler, insanın şu veya bu yolla kazandığı tüm bilgilerin asıllarını yani köklerini oluşturur. Böylesi bir kriz, bilgiler kümesinin tamamını kuşatıp insanın var oluşa dair idrâkini kuşkulu hale getireceğinden varlık ve bilginin aslı kavranmadıkça aşılabilir değildir. Dolayısıyla krizin iki aşamalı bir çözümü olabilir: Birincisi, fiilen bilgilerin insan idrâkinde yeniden kurulmasıdır. Bu ise ancak başka bir köke uzanması mümkün olmayan ve sonraki tüm aşamaların temelini oluşturan zorunlu bir bilgiyle aşılabilir. Bu kadarıyla düşünüldüğünde krizin epistemolojik olduğu söylenebilir. Fakat bilgide zorunluluk, bilginin nesnesi olan varlık ve mevcudun zorunluluğuyla temin edilebilir. Çünkü varlık ve bilgi arasındaki münasebet, varlığın hususiyetlerinin bilginin hususiyetlerini oluşturmasını sağlar. Diğer deyişle varlığın hakikati, bilginin muhtevasını oluşturur. Bu sebeple de varlık ve bilgi arasında zorunluluk, süreklilik, imkân ve geçicilik bakımından örtüşme aranır. Bilginin varlıkla ilişkisi dikkate alındığında ise Gazzâlî’nin krizinin epistemolojik olmaktan ziyade ontolojik bir kriz olduğu açığa çıkar.