Dünya, muhtevi olduğu yapısıyla hayatı mümkün kılan bir gezegen olmanın ötesinde, insanın hakikatiyle buluşmasının veya oyunsu tabiatına bağlı olarak hakikatini büsbütün unutmasının varlık–oluşsal zeminidir aynı zamanda. Öyle ki insanın dünya–içre varlığının anlamı meselesi de dünyanın insan için nasıl bir Hakikat değerine sahip olduğunu açığa çıkaracak şekilde, dünyanın Hakikat karşısında nasıl bir ontolojik statü veya anlama sahip olduğu meselesinin gereği gibi temyiz edilmesine bağlıdır. Tam da bu nedenle denebilir ki, insan varlığının anlamı meselesi, dünyanın hangi alımlama estetiği içerisinde nasıl bir ontolojik statüye kavuşturulduğu meselesiyle bağlantılı olmak durumundadır.
Söz gelimi dünyayı ontolojik statüsü itibarıyla beşerî gözlem ve düşünce ufkunda zuhûra gelen gerçeklikle özdeş gören bir alımlama estetiği açısından dünyanın anlamı, içerisinde canlılığın başlayıp son bulduğu, matematiksel ve fiziksel yasaların hüküm sürdüğü, insan varlığını tehdit ve tahdit eden koşulların yanı sıra yaşamın sürdürülmesinin ve korunmasının imkânlarını da içeren bir değer ufku içerisinde tayin edilmek durumundadır. Kaçınılmaz bir şekilde natüralist bir ontolojiyi salık veren ve modern düşünceye hakim olan bu perspektiften bakıldığında, bir bütün olarak evren, bilimsel ve felsefî rasyonalizmin teori/temsil pratiğini mümkün kılan doğal bir yasalılığa sahip olup, insan varlığını diğer var olanlardan ayıran tek özellik ise, bilinç ve zekasıyla söz konusu yasalılığı teorileştirmeye muktedir olmasına bağlı olarak, kendi gözlem ufkunda beliren fenomenal gerçekliği öngörüp, kontrol edebilmesi ve hatta değiştirebilmesidir. Doğa dışı veya ilâhî referansların yitirilmesine bağlı olarak aşkınlık fikrinin de yitirildiği böyle bir düşünce güzergahı, arza çakılı bir var olan konumuna indirgediği insanın, eşyayla arasındaki mahiyet farkını unutturacak şekilde, dünya–içre varoluşunun anlam ufkunun daralmasına yol açmıştır.