Tasavvuf geleneğinin ilk büyük eserlerinden el–Lüma‘nın müellifi Serrâc (ö. 378/988), sûfîlerin namaz ibadetinde dikkat etmesi gereken edeplerden (âdâb) bahsederken namazın ilk vaktini kaçırmamak adına “vakti bilme” işinin birtakım kaidelerinden bahseder. Ona göre tasavvuf yoluna giren bir sâlik, gündüzleri her vakitte içinde bulunduğu beldeye göre güneşin zeval vaktini ve bu vakti tayin edebilmek için gerekli ölçüleri öğrenmeli; geceleri ise vakit tayini için yıldızların konumu, doğuş ve batışa göre ayın durumu ve ayın menzilinde bulunan yıldızların her birinin doğuş sırası hakkında fikir sahibi olmalı, böylece gecenin ne kadarının geçtiğini hesaplayabilmelidir. Aynı şekilde kıble tayini için kutup yıldızı ve diğer yıldızlara ait bilgileri ve her nerede bulunuyorsa o beldenin Kâbe’ye göre ne tarafa düştüğünü araştırıp öğrenmeli; eğer bu imkânı yoksa kıble hakkında yine gökyüzüne yönelik gözlemlerinden hareketle bir hükme varabilmelidir.1 Gökyüzünü okumaya yönelik bu fıkhî tembihler, hayatının önemli bir bölümünde mübarek beldeleri, âlimleri veya velileri ziyaret etmek, ilim meclislerine ya da cihada katılmak veyahut sırf “nefis terbiyesi” için çoğunlukla çöllerde ve kırsalda uzun ve meşakkatli yolculuklara çıkmayı prensip edinmiş bir Müslümanın bilmesi gereken asgari bilgiler değildir sadece; aynı zamanda bize şunu da söyler: İslam tedeyyünü, zamanın ve mekânın neresinde bulunduğunu bilmesini ve yeryüzünün, yani arzın farkında olmasını insana zorunlu kılar.