Kapitalizm, son birkaç yüzyıldır üzerinde en çok kalem oynatılmış meselelerden biri. On yedinci yüzyılda Batı Avrupa’dan başlayarak dünyaya yayılan kapitalizm, bugüne gelindiğinde artık ekonomik bir sistem olmanın ötesinde hayatın tüm alanlarına nüfuz etmiş bir zihniyet olarak karşımıza çıkıyor. Ortaya çıktığı andan itibaren sürekli gelişerek değişmesine ve bugün yepyeni formlar kazanmasına rağmen, tüm dönüşümlerine eşlik eden zihniyet en başta olduğu gibi bugün de hayatiyetini muhafaza ediyor. Bu minvalde kapitalizmi anlamak, bir taraftan kazandığı yeni formları ve bu formlarla birlikte insanların hayatlarında ortaya çıkan psikolojik, ahlâkî, toplumsal, siyasî, iktisadî dönüşümleri, diğer yandansa bu formlara hep eşlik eden değişmez zihniyeti anlamak demektir. Bugün günlük yaşantımızın neredeyse her alanı bu dönüşümlere bağlı yapılar içinde geçmekte ve onlara eşlik eden zihniyet, farkında olalım ya da olmayalım, niyet, irade ve eylemlerimizi sessiz sedasız biçimlendirmektedir.
Aslında kapitalist sistemin temel özellikleri olarak görülen özel mülkiyet, kâr motivasyonu, pazar ekonomisi, ücretli emek, rekabet, sermaye birikimi gibi unsurlar İslâmî bakış açısından da ekonomik faaliyetin meşru yapısını oluşturur. Böylesi bir ekonomik faaliyete kapitalist boyut kazandıran iki şey vardır: Birincisi, ekonomik faaliyetin hedefleri ve işleyişi açısından bağımsızlaşarak özerk bir yapı kazanması; ikincisi ise özerkleşen ekonomik alanın genişleyerek ahlâk ve siyaset alanlarını da tahakküm altına almasıdır.