Eylemlerin Sonuçlarına Katlanmak Olarak Teklif: Kend’öz Felsefesi Açısından Metafizik Bir Soruşturma

İhsan Fazlıoğlu

İhsan Fazlıoğlu



Teklîf gibi bir kavramı temellendirmek ve mükellefiyet gibi bir kavrama içerik kazandırmak için öncelikle büyük ölçekte ‘Varlık’ın bir anlamı mevcut mudur?’; küçük ölçekte ise, Varlık’ın bir var–olan–olarak üyesi ‘insanın bir gâyesi ve amacı var mıdır?’ sorularının yanıtlanması gerekir ki, bu da ilkece ‘insan nedir?’ sorusuna bir cevap vermekle mümkündür. Bu tür sınır–sorularına ilişkin nihâî yanıtların, istidlâlî aklın sınırları içinde verilemeyeceği, ancak bu tür soruların her dâim gündemde tutulmasının da insan–olmaklığımızı koruyacağı izahtan varestedir. Bu yazıda, yukarıda dile getirilen çekince mahfûz kalmak kaydıyla, fırça darbeleriyle de olsa, söz konusu sorulara teklif ve mükellefiyet kavramlarının zeminini inşa etmek için işaret etmekle yetinilecek, teklif ve mükellefiyetin bu zeminden nasıl sökün ettiği gösterilmeye çalışılacaktır.

İnsan, bir var–olan olarak, var–olanlar kümesinin bir üyesi, varlıkça ise, Varlık’ın bir uzantısıdır. Var–olanlar kümesinin bir üyesi olması günlük deneyimlerle doğrulanabilir; Varlık’ın bir uzantısı olması ise, sezgisel (hadsî) bir idrakle yakalanabilir. Ancak insan bilgice, Varlık’ı ve var–olanları ister mantık ister matematikle ister başka bir şekilde olsun, idrâkinin, bilgisinin bir uzantısı hâline dönüştürür. Başta tüm türleriyle bilgi olmak üzere, idrâkin işlevi her–şey, insanın bir var–olan–olarak sahip olduğu maddî bileşenlerinin terkibi olsa da yeni bir zuhûr olarak insandaki fazlalık’ın kaynağıdır. Bu fazlalığın zemininde, insanın kendilik–idrâki (kend’öz) bulunur. Kend’öz, kişiyi tercihte bulanabilecek ihtiyâr sahibi bir özne kılar. Öte yandan bir var–olan–olarak Evren’de bulunduğu yerin gereğini tam bir belirlenmişlikle (zorunluluk) yerine getiren insan, bilgice Varlık’ı ve var–olanları idrâkinin bir uzantısı hâline dönüştürdüğünde bir var–olan–olarak bulunduğu yeri bilir; ancak yerinde duramaz, dolayısıyla bu yerle yetinmez; hatta bu yerle sınırlanmayı reddeder; yerini, sınırını aşmak ister(irâde), aşmaya çabalar; ve aşar. Bu reddediş, bir yandan insanı mürid (isteyen, tercih edebilen) bir fâil/özne kılar; bir yandan belirsiz, sınırsız ve müphem bir uzaya taşır. Hem Varlık’ın bir uzantısı ve var–olanlar kümesinin bir üyesi olmak hem de bilgice Varlık’ı ve var–olanları idrâkinin bir uzantısı kılmak hâli insanın eylemlerinde tezâhür eder. Bu tezâhür, yani eylemin sağladığı bu birlik mürid olmanın tüm belirsizliğini, bulanıklığını, amaçsızlığını, gâyesizliğini, vb. içerir. Bu hâl de insan için bir korku, ürperti; daha da önemlisi bir anlam kaygısına dönüşür; varlıksal bir acziyet sezişine neden olur.




Makalenin devamını okumak için Abone Olun