İbn Bâcce’nin (ö. 1139) Tedbîr el–mutevahhid, İbn Tufeyl’in (ö. 1185) Hayy b. Yakzân, ve İbn Rüşd’ün (1198) Fasl el–mekâl fîmâ beyn el–şerîa ve el–hikme min el–ittisâl ve diğer eserlerindeki fikirler hem felsefe–bilim tarihinde hem de modern/çağdaş çalışmalarda çok çeşitli açılardan değerlendirilmiştir. Felsefe–bilim tarihinde bu üç düşünürün ana fikirlerine karşı en ciddi cevabı ise İbn Nefîs (ö. 1288) er–Risâlet el–kâmiliyye fî el–sîret el–nebeviyye adlı eserinde vermiştir. Bu kısa yazıda, zikredilen eserlerin temel düşünceleri, teklif kavramı çerçevesinde birey–ahlâk ve toplum–hukûk kavram çiftleri açısından göz önünde bulundurulacak; ileri sürdükleri fikirlerin en derin nedenlerine işaret edilmeye çalışılacak; ayrıca düşüncelerini geliştirdikleri felsefî tutumun özelliklerine kısaca değinilecektir.
Her bir düşünür kendi tarihî bağlamının kültürel uzayı ile kuşatılmıştır. Bu nedenle kullandıkları kavramların delâletleri de bu kültürel uzayın içeriğiyle mukayyettir. Bu nedenle hiçbir kavram mutlak değildir; yani mekânı ve zamanı aşan sâbit özsel bir anlamı yoktur. Mesela, herhangi bir filozofta ‘din ile felsefe’ ilişkisi gibi bir başlık, ancak ‘belirli bir dinî yorum ile belirli bir felsefî tutum’ arasındaki ilişki olarak anlaşılmalıdır. Örnek olarak, İbn Rüşd’ün Fasl el–mekâl fîmâ beyn el–hikme ve el–şerîa min el–ittisâl adlı eserinde kullanılan tüm kavramlar mutlak değil mukayyettirler; makuliyetleri ait oldukları yöntemlerin biçimsel yapılarından kaynaklanır; aşkın bir hakikate sahip olduklarından değil. Nitekim bu nedenledir ki, kitabın adında bulunan ‘hikmet’, Aristotelesçi anlamda ‘tabîat’ kavramı ile yer değiştirmiştir. Örnek olarak, Kâtib Çelebî, eserin adını Fasl el–mekâl fîmâ beyn el–tabîa ve el–şerîa min el–ittisâl olarak vermektedir. Buna ek olarak, yine eserin adında geçen ‘şerîat’ kavramıyla da mutlak bir anlam değil, İslâm’ın Eş’ârî yorumu kast edilmektedir. ‘İttisâl’ ise, içeriğini, bizzat İbn Rüşd’ün felsefî tutumundan almaktadır. Başka bir deyişle herhangi bir felsefî tutumun sorularının ve yanıtlarının nazarî imkânları ile üretildikleri tarihî kürenin şartlarının oluşturduğu anlam küresinin bütünlüğü, o tutum içinde kullanılan kavramın varlık sebebidir; anlamı da bu kürenin sınırları tarafından tayin edilir. Bu nedenle herhangi bir kavramın anlamını, delaletini, içeriğini, tasavvurunu vb. tespit için, bütün ile parçanın ilişkiselliğinin ördüğü ağ içinde kazandığı bağlantısal yapının idrâk edilmesi gerekir.