Geleneksel dünya ahlâklı olmayı, insanın iyi olma zorunluluğunu fark etmesi ve bunu eylemle ifade etmeyi tercih etmesi olarak tarif ederken, sadece düşünen bireyin aklı biricikleştirmesini değil aynı zamanda metafiziğin ahlâk alanında açığa çıkarılmasını amaçlamıştır. Ancak modern dünyada ahlâkın metafizikle ilişkisini kaybetmesiyle hem ahlâklı olmanın tanımı hem de onun temellendirilişi köklü değişime uğramıştır. Bu durumu ahlâkın inandırıcı olmayan ama devam ettirilmesi gereken boyutunun devreye sokulması ya da modern dönemde bireyin belli ahlâkî davranışlarını sosyal düzenin beklentilerini karşılayacak şekilde kurgulanması olarak okuyabiliriz.
Hatırlanacağı üzere modern dönemde öznenin felsefî açıdan kendisini cogito üzerinden inşa etmesi ve dönüştürmesi bazı felsefî sonuçları beraberinde getirmiştir. Bu sonuçlardan ilki içinde yaşadığımız nispeten statik ve durağan kürenin hızla değişmeye, yani aktif ve hareketli hale gelmeye başlaması; hayatı devam ettiren unsurların ise günden güne farklılaşması, yani manevî unsurlardan daha çok maddî unsurların ön planda olduğu bir düşünüşle karşılaşmamızdır. İkincisi, belki de daha trajik olanı manevî alanda, yani ahlâkî kürede gerçekleşmiş; bizi tanımlayan unsurlar artık metafiziksel unsurlar, âidiyetler ya da gelenekler olmaktan çıkıp, kendi ürettiklerimiz, yapıp–ettiklerimiz ya da değerli gördüklerimiz olmuştur. Bu noktada düşünen, bilen ve eyleyen özneler artık kutsallıklar tarafından değil; onların değerli gördükleri ya da değer verdikleri hususlarca yönlendirilmeye başlanmış, benlik inşası ya da kendimizi deneyimleme tarzımız bütünüyle değişmiştir.