J. J. Rousseau 1762’de yazdığı Toplum Sözleşmesi’nde şöyle diyordu: İnsan özgür doğar, fakat her yerde zincirlere vurulmuştur. Toplum Sözleşmesi’nin yazılışının, bu zincirleri kırma amacındaki Fransız İhtilali’nin ve özgür iradeyi gerçekliğin kendisinde kurulduğu aslî zemin haline getiren Aydınlanma’nın üzerinden iki buçuk asır geçtikten sonra, bugün, insan zincirlere doğuyor, fakat acı olan şu ki zincirlerin ötesindeki bir özgürlüğün hasretini bile çekemiyor. Çünkü esareti özgürlük zannediyor ve böyle zannettiğini ona anlatmanın kolay bir yolu da yok. Sebebi açık: Özgürlüğün anlamı değişti. Özgürlük arzu nesneleri karşısında ahlâkî tedebbüre imkân tanıyacak düşünceli bir bekleyişin ve mesafeli bir bakışın adıyken, şimdi onlarla mesafesiz bir temasın adı. Onlarla aramızda bulunan mesafe arzu nesneleri tarafından yutulmamıza mani oluyor ve yönelmek kadar yönelmemek imkânı da kazanan özgür irade bu imkân sahası önünde durarak “Yükümlülüğüm ne?” sorusunu soruyordu. Özgürlüğü yükümlülüğün temeli değil, kendisi olarak kavramaya başlayınca onu kaybettik. Bu anlamıyla onu kaybetmek, ahlâkî tedebbürü ve giderek insanı da kaybetmek mânâsına geliyor. İnsanı ve ahlâkî tedebbürü yeniden kazanmak için özgürlük, yükümlülük, sorumluluk ve insan doğası arasındaki ilişkinin mahiyeti üzerine yeniden düşünmemiz gerekiyor.
Yükümlülükle insan doğası arasında temel bir ilişki bulunur. Bu ilişkinin gereği olarak sadece özgür insânî irade yükümlülük altına girer ve eylemlerinden sorumlu tutulur. Çünkü insan dışındaki canlıların, eylemlerini belirli yükümlülükler altında yaptığı söylenemez. Onların eylemleri özgür iradelerine takdim edilmiş ve yüklenip yüklenmeyeceklerine kendilerinin karar vereceği bir teklif tarafından yönlendirilmez. Böyle olmasının sebebi, iradeleriyle arzu nesneleri arasında ilga edilmesi mümkün olmayan, kopmaz bir doğal bağın bulunmasıdır. Hayvânî irade bu bağı ikâme ya da ilga etme noktasında muhayyer değildir, çünkü ona bizzat bu bağ üzerine düşünme imkânı taşıyan bir bilinç eşlik etmez. Bilinçten bağımsız doğal irade için yönelimin kendisi bir teemmül, nesnesine yönelip yönelmeyeceği ise bir tercih konusu olamayacağından, ona yönelimleriyle ilgili “şöyle yapman iyi, böyle yapman kötüdür; kötüden kaçınmalı iyiyi yapmalısın” şeklinde bir teklif veya buyruk sunulup şöyle ya da böyle davranmakla yükümlü olduğu söylenemez. Böyle bir şeyin abes olduğunu fark ettiğimizde, yükümlülüğün anlamıyla ilgili bir zihin açıklığına erişiriz: Kişi ancak aksini yapma özgürlük ve kudretine sahip olduğu bir eylemle yükümlü tutulabilir.