İnsanın dünyadaki varlığı, emaneti yüklenmesiyle, yani Allah’ı tanımayı ve O’nun hükümlerine uymayı kabul etmesiyle anlam kazanır. Bir başka ifadeyle insan, kendisine yönelik ilâhî hitabın getirdiği sorumluluğu üstlenmesi sayesinde insanlığını kazanır ve inkişaf ettirir. Âlimler, insanı, aklına ve irâdî seçimlerine dayalı olarak yükümlü kılma anlamına gelen teklif kapsamında yer alan hükümleri yorumlarken, onların gerekçelerinin ve gâyelerinin anlaşılması yönünde de çaba göstermişlerdir. Endülüslü âlim Şâtıbî bu tarzda açıklama getiren âlimler içerisinde konuyu geniş ve özgün bir tarzda işleyenlerdendir. O, özellikle —ilk başlığında “teklifin sırları” ifadesine yer vermeyi düşündüğü— el–Muvafakât’ta teklifi, makâsıd teorisi çerçevesinde işlemiştir.
Teklifi, yükümlü kılan (mükellif), yükümlü kılınan muhatab (mükellef) ve yükümlülük konusu (mükellef bih) açılarından ele aldığımızda Şâtıbî’nin bunların her birini maksatları açısından incelediğini söylemek mümkündür. Şâtıbî, teklifin herhangi bir tanımını vermez. Öte yandan Allah’ın Şeriat’ı vazederek insanları yükümlü tutmasının gâyesini zikreder: Bu gâye, insanı hevasına esaretten çıkararak kendi seçimiyle Allah’a kul olmasını sağlamaktır ki, mükellef zaten —dünyadaki varlığının O’nun takdir ve yaratmasına tâbi olması dolayısıyla vakıada— ıztıraren kuldur.1 Şâtıbî, insanların yaratılış gâyesiyle ilgili olarak Zâriyât sûresi’ne (51/56–57) ve diğer bazı âyetlere atıfta bulunmaktadır.
Yükümlü kılan, sadece Şâri’ Teâlâdır yani Allah’tır ve O’ndan başkası yükümlü kılma yetkisine sahip değildir. Şâtıbî bu yükümlülüğün ancak vahiyle bilinebileceğini söyler; Mutezile’nin aklın da belirli hükümlerin iyilik ve kötülüğünü bilebileceği ve —belli bir kişi veya topluluk, peygamberin mesajından haberdar olmasa da— bunlara uymalarının vacip olacağı yolundaki görüşünü kabul etmez. Öte yandan düşünürümüz, Allah Teâlâ’nın hükümleri koymadaki gâyesi/kasdı üzerinde durur.