“Ne olursa olsun bir meta olarak tüketilmek istenmeyen her türlü sanatın amacı, hiç şüphesiz kendine ve çevresine, hayatın ve insan varlığının amacını açıklamak, yani insanoğlunun gezegenimizdeki varoluş nedenini ve amacını göstermek olmalıdır. Hatta belki de hiç açıklamaya bile kalkmadan onları bu soruyla karşı karşıya bırakmalıdır.”
—Mühürlenmiş Zaman, Andrei Tarkovsky
Film sanatı, fotoğraf sonrasındaki teknik doğuşunda, kendinde içkin iki yönünden biri için kullanıldı çoğunlukla: İnsana, hayatın anlamını, bu dünyada neden var olduğunu ve böyle “ağır” soruları unutturmak ve insanı, bir eğlence dünyasının içinde bir müşteri olarak kullanmak için. “Unutturan sinema”nın zıddı şekilde, potansiyel olarak film sanatının «zâtî sıfatlarında»1 mündemiç olan özelliklerini kullanmak ve film sanatını bir tür “manevî enstrüman” olarak takdir etmek için bir süre daha beklemesi gerekecekti sinemanın.
Elbette dünya sinemasında Tarkovsky’den önce de benzer dertleri taşıyan, film araçlarıyla tefekkür etmenin yöntemi olarak kullanan yönetmenler vardı; ancak Tarkovsky’yi bunların hepsinden ayıran ve hepsinin üstüne yerleştiren şey, filmlerini bir dua, bir ibadet olarak tanımlama biçimidir.
Elbette böyle bir yönetmenin yaptığı filmler de buna uygun olmalıydı. Ticarî getiri, politik propaganda, insanların nefsî tutkularını kışkırtan çeşitli türlerdeki pornografiler Tarkovsky’nin gündeminde olmadı hiçbir zaman. İlk filminden vasiyet filmi Offret /Kurban’a (1986) kadar çektiği yedi uzun metraj filminin hepsi de aynı dertle yapılmıştı: İnsana, ‘mükellefiyetlerini’ hatırlatmak!
Peki, neydi bu mükellefiyetler ve kime ya da neye karşıydı? Bu soruyu Tarkovsky özelinde cevaplamak, sanırım en çok da Stalker/İzSürücü(1979) filmi üzerinden mümkün olabilir.