1.
İnsan, fert olarak bilgiyle yaşar; toplum, ilim/bilim/örf/mârufla yaşar. Bilim ile toplum birbirini iktiza eder. Toplumun olmadığı yerde bilim olmadığı gibi, bilimi/örfü/mârufu olmayan toplumlar da varlıklarını sürdüremezler. Bilim, toplumun varlığını sürdürürken karşı karşıya kaldığı meseleleri halletmesinin mâkûl yollarını/mârufu ifade eder. Buradaki mâkûl/mâruf, belirli bir düşünme tarzına ve buna muvafık bir dile denk düşen yol/yöntem demektir.
Bilginin bir temyiz olarak başlaması ve nihayet bir sıfat haline gelmesi, mârufu insanın sıfatı/melekesi haline getirerek, yöntemi ilk bakışta anlamsız hale getirebilir. Klasik bilgi ve bilim idealinin buna mâtuf olduğunu ve İslam medeniyetinin tüm başarılarının esasında bu bilgi ve bilim anlayışının yattığını söylemek mümkündür. Meseleleri yaygın olarak kurumlar değil, meleke (yani liyakat ve erdem) sahibi insanlar halletmişlerdir. İlmi lehte ve aleyhte olanı bilmek olarak tanımlayan ve bu çerçevede bir itibarla taayyün eden bir alanda/mevzuda zuhûr eden meseleleri halletme faaliyeti olarak belirleyen anlayış, en azından miladi 19. yüzyıla kadar başarılı olmuştu. Ancak 17. yüzyıldan sonra adım adım teşekkül eden ve teknik veya teknikleşme adı verilen bir süreç neticesinde, formel yapıların hayatın tayin edici gücü haline gelmesiyle birlikte bilgi ve bilim, tek tek şahıslara bağlı olarak değil, hayatın merkezine yerleşen formel yapıların leh ve aleyhinde olanla irtibatı üzerinden anlamlı bir hale gelmiştir. İlimlerin dil olarak mantık yerine matematiğe yönelmeleri toplumsal alanda gerçekleşen formelleşmenin sebebi değil, sonucu olmuştur.
Başından itibaren bilgiyle ilgili soru kadar bilimle ilgili sorunun anlamlı bir şekilde sorulmasının ön şartının kendi yeri ve konumu hakkında bir bilinci olan bir toplum olduğu gerçeğinin değişmediği açıktır. Değişen toplum ve toplumsal olan değil, toplumsal organizasyon şekli olmuş; bu çerçevede bilgi ve bilimle ilgili soru ve sorun da, yeni toplumsal organizasyon şekli/tarzıyla irtibatı içinde anlamlı bir hale gelmiştir.
Günümüzde teknikleşme/formelleşmeyi belli bir oranda başaramayan hiçbir toplum varlığını sürdürememekte; belirli bir seviyede teknikleşmiş toplumlar bu konumda olmayan toplumlardaki farklılıkları siyasallaştırarak, onlar üzerinde tahakküm etmeyi sürdürebilmektedir. Bireysel seviyede kalmış bilgiler ne kadar doğru ne kadar hakk ve hakikate muvafık olurlarsa olsunlar, formel yapıların oluşturduğu devasa güç karşısında/gücün oluşturduğu algoritma içinde, kendi amacı dışında kullanılmakta; bu bilgi ile donanmış insanların belki kendilerinin bile anlayamadığı bir şekilde su–i isti’mal edilmektedir. Diğer taraftan erdem tarafı eksik kalan liyakat sahibi insanlar, ruhsuz/vicdansız bir mekanizmanın işleyişinin bir aracı olmanın ötesinde bir varlık ve mânâ kazanamamaktadır.