Seküler Dindarlık ve Mütedeyyin Sekülerleşmesi

Celaleddin Çelik

Celaleddin Çelik



Sekülerleşmenin Doğasında Dinsellik

Seküler dindarlık kavramı, karşıt anlamlar taşıyan iki sözcüğün ürettiği bir çelişki daha doğrusu bir oksimoron gibi görünmektedir. Teoride esasen her iki kavram diğerinin yokluğu, zıddı veya ötekisi olmak üzere varlık bulmuştur. Ancak geç-modernlikte kutsal ile sekülerin öyle karmaşık ve eklektik görünümleri ortaya çıktı ki, bir oksimoron, bu durumları açıklamanın belki de en çarpıcı yoludur. Bununla birlikte kutsal ile seküler, epistemolojik ve ontolojik bir çatışmanın taraflarını ve ayrışan paradigmaları temsil ettiği için kavramsal ittifaklara kolay izin vermez. Fakat yine de zıt içerikli kavramların süreç içinde hiçbir geçişkenliğe imkân vermediği düşünülmemelidir; nitekim modern dünyada “dindarların sekülerleşmesi” kadar “seküler bir dindarlık” da olağan bir durumdur. Bu bakımdan bir arada olmaya devam eden din ve sekülerlik, mutlak mânâda bir hasım değildir; sekülerleşme, esasen dinin çöküşünü değil değişimini; sınırlar arasındaki esnemeyi ve seküler formlar altında kendini yeniden üretmesini anlatır. (Köse 2014, 174 vd.). Sekülerleşme tartışmalarını derinleştiren ihtilaf, sosyolojik görünümlerin daha çok ideolojik perspektiflere göre yorumlanmasından kaynaklanmakta, kutsalın geri dönüşü ya da çöküşü üzerine tezler çoğu zaman istatistiğe yaslanmış hurafelere dönüşmektedir. Hatta bu noktada R. Bellah’a bakılırsa kutsala karşı sekülerleşme teorisinin bile dinsel bir doğa kazandığı (Bellah 2014, 174 vd.) anlaşılmaktadır. Ancak kutsal ile sekülerin modern sentezleri, daha çok pratik bir durumu yansıtır; teoride ise dünyayı fiziksel düzenin muntazam bir mekanizması olarak gören seküler algı ile bu düzeni fizik ötesi ilâhî bir güçle açıklayan teolojik bakışın yan yana gelmesi muhaldir. Öte yandan literatürde yer bulan kutsal ile seküler arasındaki tarihsel çatışma muhayyilesi ise kaynağını daha çok dinîn egemenliğinde bir geçmiş tasvirinden alır. Bu bakımdan geleneksel döneme atfedilen ideal dindarlığın tarihsel gerçekliğe değil, çoğu zaman modernliğe tepkilerle karakterize olmuş nostaljik mutlak iyi geçmiş algısına dayandığı da izahtan varestedir. 

Bu yazı ise zıt eksenlerde ortak bir kadere doğru yürüyen eğilimleri, bir başka deyişle seküler dindarlıklar ile dindarların sekülerleşmesini konu almaktadır. Bilindiği üzere dindarlığın tezahürlerini toplumsal temsilciler veya kategoriler üzerinden açıklamak, M. Weber’den bu yana mutat bir yönelimdir. Dindarlık tipolojileri, tarihsel-toplumsal süreçlerde siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik farklılıklar ile dinî oluşumlar arasındaki etkileşime dikkat çeker. Başlangıçta antropolojik ve sosyolojik okuma, dinleri tarihsel-kültürel kökenlerinde açıklamaya çalışmış, sonrasında ise toplumsal süreçlerde ortaya çıkan tezahürler ve temsillere ağırlık vermiştir. Sosyal bilimlerin erken pozitivist geleneğinde din daima tarihe, doğaya, topluma ve bireye indirgenirken; geç dönem literatürü ise dini anlayıcı ve yorumlayıcı bir meşruiyet diliyle ele almıştır. 




Makalenin devamını okumak için Abone Olun