Beşer–olmaklık’tan insan–olmaklık’a geçişin ideal sıfır–noktası temeddündür; temeddün yani bir–arada–yaşamak; toplumsal/ictimaî hayat; bir toplumsal gerçeklik küresi inşâ etmek… İdeal sıfır–noktasının mekânı ve zamanı, bu aşamada bir önemi hâiz değildir. Ayrıca temeddün, ilkece, şehir, kent, medine vb. kavramlarla da kayıtlanamaz. Bu kavramlar yalnızca temsil ve örneklik cihetinden bir anlam ifade ederler. Bu çerçevede temeddün, “akılla üretilen bilgi ile değerin inşa ettiği bir dünya içinde insanın hem fert hem de tür olarak kendini gerçekleştirmesi” şeklinde tanımlanabilir. Dolayısıyla nerede bir dünya varsa, orada bir temeddün vardır. Bu dünyanın varlığı önemlidir; niteliği ve niceliği değil. Dünyayı oluşturan oğuş (aile), urug (büyük–aile), boy (kabile), budun (halk) ve il (ülke), hatta imparatorluk, mefhum olarak, temeddünün varlığına değil içeriğine ilişkindirler. Bu nedenle yer–yüzü’nde yaşayan beşer, hayat sürdüğü dünya’sı’nda insan’a dönüşür ki bu hâlin hiçbir istisnası yoktur. O kadar ki, insanın içinde hayat sürdüğü dünyası, üzerinde yaşadığı yer–yüzünü dahi kendi dünyasının bir uzantısı kılar. Başka bir deyişle insan, içinde hayat sürdüğü dünyasını, üzerinde yaşadığı yer–yüzüne ilmek ilmek nakşeder; yer–yüzü’nü kendi dünyasına göre dönüştürür. Öyle ki, birey ve tür olarak varlığını koruma (yaşam mücadelesi) ve sürdürme (türünü devam ettirme) uğraşıları dahi, salt üzerine yaşadığı yer–yüzü ile kendi olgusallığına değil, içinde hayat sürdüğü bilgi–değer dünyası ile kendi anlamsallığına bağlı olarak yürür. Bu nedenle beşerî yönüyle maddî bir gerçekliğin uzantısıyken (fizik); insânî yönüyle manevî bir gerçekliğin fâil–öznesidir (metafizik). Tekevvünden temeddüne, kevnî–olmaklıktan medenî–olmaklığa geçiş derken kastettiğimiz tam da bu ideal sıfır–noktasıdır. Bu hâl, aynı zamanda, beşer için yatay maddî evrimin, insan için dikey manevî tekâmül olarak devam ettiğini gösterir ki, tekâmülün her bir aşaması, temeddünün tedriciliğini ihsâs ettirir.