Medeniyet kelimesi ilk kulağa çalınışta, eğer İslam düşüncesine ve tarihine biraz âşinalık var ise yabancı ellerden bir tını gibi gelmez. Zihne ilk çağrılan Medine’dir, sonra da Medinetu’l–Fâzıla. Medenileşme mânâsına temeddün de bilenler için İbn Haldun’un Mukaddimesi’ne umrâna gönderme gibi gözükür. İlim malûma tâbi ise, bir Müslüman Osmanlı âliminin Frenk lisanındaki civilisation kelimesini gördüğünde ve onun Latince civitas kelimesinden müştak olduğunu anladığında, telif niyetiyle bulacağı karşılık medeniyet olmalıdır. Medeniyetin mazmununu anlatmak için kullanacağı zıdd mefhum ise: Bedeviyet.
Nitekim medreseli Ahmed Cevdet Paşa, geç Osmanlı düşüncesindeki İbn Haldun takipçilerinden biri olarak, bu yola girmiş ve Elmalılı’nın Metâlib ve Mezâhib ismini verdiği felsefe tarihi çevirisinde tatbik ettiği usûl ile XIX. yüzyılın bu tedhiş edici Fransızca kavramını ehlileştirmeye çalışmıştır. Onun Mecelle ile Tanzimat döneminde Osmanlı hükûmetinin mecbur kaldığı Avrupa hukuku iktibasını İslâm fıkhı ile telif edişi de bu fikrî gayretin ete kemiğe bürünmüş halidir. Cevdet Paşa’nın yaşadığı II. Abdülhamid dönemi Osmanlı devlet yazışmalarında ise muasır müstemlekeci Avrupa devletlerinin lügatindeki “mission civilisatrice (Fr.)/civilising mission” kavramları benzer şekilde temeddün ile karşılanırken; mânâsı ise devlete boyun eğmez muhtelif Müslüman kabile ahalisini “hâl–i vahşet ve bedâvetten” çıkarıp yerleşik ve dolayısıyla muti kılmak olarak verilmiştir. III. Napoleon Fransa’sının istila ettiği Avrupa dışı coğrafyalarda yaşayan ahaliyi cebren Hıristiyanlaştırma ve Fransızlaştırmasını tarif için kullanılan mission civilisatrice’e nisbetle, Osmanlı idarecilerinin kullandığı siyasî dil ve pratikler, hâlâ farklı ve kadîm idare telâkkisiyle irtibatlı olmak iddiasındadır.