يا فلسطينُ اصطليها نكبةً
هاجها للقومِ عَهْدٌ مُضطرِمْ
….
فكأَنَّا منهما في مُلتَقى
نكبةٍ تَطغَى، وأُخرى تَسْتَجِمْ
Ah Filistin! Tekrar yeni bir Nekbe/felaket ile yanıyorsun!
Yeniden ateşli bir kader senin halkını bekliyor!
.......
Sanki sana nöbetleşe uğramak üzre bir dizi nekbenin sırada beklediğini görüyorum,
peşini bırakmıyorlar: birisi azarken bir sonraki sırasını bekliyor!
—Ahmed Muharrem
I.
Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesinden sonra Filistin’in önce İngilizler, sonra da onların sağladığı imkânları sonuna kadar kullanan Siyonistler tarafından işgal edilmesiyle birlikte halk, başına gelen hadisenin ne olduğunu tam mânâsıyla anlayıncaya kadar epeyce bir vakit geçti. Asırlardan beri o bölgeyi muhafaza eden Osmanlı’nın oradan çekilmesinin, emperyalist söylemlerin vadettiği şekilde, “bağımsızlık” getirmediğinin anlaşılması eş zamanlı olarak Filistin’in günümüze kadar sürecek olan istiklal mücadelesini başlattı. Siyonizm’in galebe çalıp 1948’de Filistin toprakları üzerinde İsrail devletinin kurulmasından sonra ise durum sürekli Filistinlilerin aleyhine gelişti: Yüz binlercesi katledilirken bundan daha fazlası da yerinden yurdundan edildi ve kendi topraklarında mülteci hayatı yaşamaya mahkûm edildiler: Filistinlilerin başına gelen tam bir felaketti. Bu felaketi ifade etmek için literatürde “ ” (nekbe/nakba/felaket) kavramı kullanılmaya başlandı ve her büyük çatışma veya ayaklanma sonrası bir öncekinden daha kötü duruma düşen Filistinlilerin 1., 2. ve hatta 3. nekbesiden bahsedilmeye başlandı. Her ne kadar 1967 yenilgisi bazı siyasetçi ve yazarlar tarafından “nekse” (geri çekilme) kelimesiyle ifade edilmişse de bunun kullanımı nekbe gibi yaygınlaşmamıştır. Pek çok Avrupa diline “nakba” olarak giren kelime anlam genişlemesi yaşamış ve nihai noktada sadece İsrail’in değil, kapitalizmin, sömürgeciliğin ve ırkçılığın da yıkıcılığını ifade etmekte kullanılmaya başlanmıştır.
Nekbe kavramının macerası, Filistin’de yaşananların akışına paralel bir şekilde gerçekleşmiştir. Her ne kadar bu kelime felaket ortaya çıktıktan sonra bunun adı olarak kullanılsa da Osmanlı’nın çekilmesiyle birlikte hiç de iyi zamanların gelmediğini sezen bir şair, olacakların adını, kavramlaştırmadan koyar. Felaket ortaya çıktıktan sonra nekbe kelimesini bu felaketi isimlendiren bir terim haline getiren Kostantin Züreyk’tir.
Mısırlı şair Ahmed Muharrem 1933 yılında Abdulkadir Hamza tarafından neşredilen el–Belâğ isimli gazetede kaleme aldığı bir şiirinde nekbe kelimesini Filistinlilerin makûs talihini ifade etmek için kullandı. Kelimenin Filistinlilerin felaketi mânâsında daha yaygın bir şekilde kullanılışı ve kavramlaşması ise 1948’de Kostantin Züreyk’in aşağıda bahsedeceğimiz kitapçığının başlığını ve içeriğini oluşturduktan sonra gerçekleşecektir.
1947–1948’de İngilizlerin Filistin’den çekilip yerine Siyonistlerin geçmesini ve Arapların yenilgisinin sebeplerini ele alan bir dizi kitap ardı ardına neşredildi.1 Bunlardan nekbe kavramını kullanarak Filistin’in başına gelenleri kavramlaştırmaya çalışan Züreyk ve eseri, sorunu kavrama cihetinden mühim bir yeri haizdir.
Kostantin Züreyk, 1909’da Şam’da Rum Ortodoks Kilisesi’ne mensup bir ailede Osmanlı vatandaşı olarak dünyaya geldi. Yükseköğrenimini önce Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde, sonra da ABD’de tamamladı. Princeton Üniversitesi’nde “Miskawaihi’s Ethics and Greek Thought” başlıklı teziyle felsefe doktoru unvanını aldıktan sonra Beyrut’a dönerek Amerikan Üniversitesinde ders vermeye başladı (1942). 1939’da basılan el–Va’yu’l–kavmi başlıklı eseri kısa sürede Arap milliyetçiliğinin el kitabı haline geldi; kendisi de üniversitede öğrencileri bu ideoloji etrafında organize etmeye başladı. II. Dünya Harbi sonrasında 1947’de Birleşmiş Milletlerdeki Filistin’in bölünmesi toplantısına bağımsızlığına henüz kavuşmuş bulunan Suriye’nin temsilcisi olarak katıldı ve burada dünya sisteminin yeni yüzüyle tanıştı. 1948 yılında “felaketin mânâsı” anlamına gelen Ma’nâ en–nekbe başlıklı kitapçığını neşretti. 1949–1952 arasında Şam’da yeni kurulan Suriye Üniversitesinin kurucu rektörü olarak bulundu. Suriye’de ardı arkasına yapılan darbelerden sonra burada kalamayacağını anlayarak Beyrut Amerikan Üniversitesine geri döndü ve burada da rektörlük yaptı. 1963’te Filistin Araştırmaları Enstitüsünün kurulmasına önayak oldu ve 1984’de kadar müdürlüğünü üstlendi. Hayatını Filistin davasına adayan Kostantin Züreyk, 12 Ağustos 2000’de Beyrut’ta vefat etti.
İlk kitabında seküler Arap milliyetçiliğinin ateşli temsilcisi olarak kendisini gösteren Züreyk, 1948 Ağustos’unda henüz Siyonistler ile Araplar arasındaki çatışmalar devam ederken Ma’nâ en–nekbe (felaketin mânâsı)’yi neşretti ve çok kısa denilebilecek bir zaman zarfında kitap tekrar basıldı. Aynı konuyu ele alan diğer kitapların da neşredilmesi ve büyük talep görmesi geniş kesimlerin başlarına gelenleri anlamlandırmaya çalıştıklarını göstermektedir.
Burada kısa bir takdim ve tahlilini yapacağımız kitap 96 sayfadır; önsöz ve ithaf yanında beş bölüm ve bir ekten oluşmaktadır. Bölümler ve başlıkları şu şekildedir: “tavtie ve takdime” (önsöz ve ithaf, s. 5–6), “fedâhatu’n–nekbe” (felâketin ciddiyeti, s. 7–15), “vâcibu’l–müfekkir” (düşünürün vazifesi, s. 16–20), “el–mu’âlecetü’l–karîbe” (yakın çare, s. 21–43), “el–hallü’l–esâsî” (köklü çözüm, s. 44–58), “ma’nâ en–nekbe” (felaketin mânâsı, s. 59–63) ve 1948 öncesi yazılan iki makaleyi ihtiva eden “mülhak” (ek, s. 65–92).
Züreyk, ilk cümlelerinde Arapların içinde bulunduğu durumun teşhisini yapar: “Filistin’de Arapların uğradığı hezimet basit bir geri çekiliş (nekse) veya gelip geçici bir kötülük (şer) değildir. Kelimenin tam mânâsıyla bir felakettir (nekbe) ve Arapların tarihleri boyunca tâbi tutuldukları en çetin imtihanlardan (mihne) birisidir ki tarihte nice çetin imtihanlar atlatmışladır.” (Ma’na en–nekbe, s. 7). Nekbe kavramı bundan sonra literatürde modern Arap tarihinin esaslı bir kırılma noktasını ifade etmek için kullanılmaya başlandı. Siyonizm, bir taraftan problem olarak görülürken; aynı zamanda Arapların parçalanmışlığına, güçsüzlüğüne, hazırlıksız oluşlarına, teknik ve teknolojik yetersizliklerine, sömürü toplumu oluşlarına vs. bir ayna olarak kullanılmış ve seküler batıcı aydınlar tarafından varoluş şekillerini modernist bir gözle sorgulamalarına vesile olmuştur. Bu sorgulamanın sonucu sistematik bir şekilde öğrenilmiş çaresizlik hissi ve aşağılık kompleksinin yaygınlaşması olmuştur. Bu sorgulamalarda, emperyalist söylemle eş zamanlı olarak Arap coğrafyasının Osmanlı geçmişinin “çürüme, çöküş ve baskı dönemi” olarak tanımlanmaya başlandığını ve esas meselenin böylece gözden kaçtığı veya kaçırıldığı da görülür.
Esasen II. Dünya Savaşı yılları Arap coğrafyasının hâlâ manda ve sömürgeden kurtulmak için mücadele ettiği, ulus devlet kurmak için henüz “embriyo” aşamasında oldukları bir dönemdir. Züreyk, “yedi Arap devletinin” Siyonizm karşısında yenildiğini söylerken bu durumu gözden kaçırmaktadır. Ona göre yedi Arap devletinin yetkilileri toplantılarda ateşli fakat boş konuşmalar yapmışlar; ancak haklı davalarında uluslararası platformlarda yalnız kalmışlar ve mücadeleyi kaybederek Filistin’in bölünme kararında Araplara “verilen” kısmı bile kaybederek ateşkesi kabul etmişlerdir (s. 8). Uluslararası alanda hakkaniyete riayet edecek bir merciin bulunduğunu varsayan bu hüküm Züreyk’in modern söylemlere en iyi ihtimalle safiyane bir şekilde inandığı intibaını vermektedir.
Züreyk’in Arapların içinde bulunduğu durumdan Siyonistlerin, İngilizlerin, Amerikalıların ve diğer dış unsurların rolünün altını çizmekle birlikte, asıl sorumlu olanların bizzat Araplar olduğunu iddia etmesi önemlidir. Bu bakımdan Ma’nâ en–nekbe yoğun bir öz eleştiri niteliğindedir. Ona göre Arapların içinde bulunduğu ahlâkî ve manevi çöküş maddî çöküşten daha önemlidir, zira “bir halkın kararlılığı çöker ve kendine olan güveni kaybolursa sahip olduğu en iyi şeyi kaybeder ve bir düşüşten sonra ayağa kalkma veya aşağılanma ve yenilginin etkisini üzerinden atma gücünü de kendinde bulamaz. Son Filistin savaşında Arapların başına gelen felaketin boyutları bu noktadadır” (s. 9). Bu ifadelerin bir öz eleştiri mi, yoksa bir tahkir mi olduğu epeyce tartışmaya açık gözükmektedir.
Züreyk’in meseleyi tahlili farklı unsurları içinde taşımaktadır: Siyonistlerin çok uzun süreden beri dünya çapında finansal ve bilimsel olarak bu savaşa hazırlandığının altını çizdikten sonra Arapların durumunu anlatırken tipik oryantalist söylemin dilini kullanmaktan da çekinmez; hazırlıklı düşman “sosyal ve siyasî gelişiminin ilk evresinde olan, henüz uyanmaya başlamış bir halka” saldırmıştır. Bu ifadenin bir durum tespiti mi, yoksa bir mazeret beyanı mı olduğu bir müphemlik taşırken, bu halkın “asırlarca zalim bir yönetimin boyunduruğu altında kalmış” olduğu iddiası, tam da Hıristiyan, seküler bir Arap’ın Osmanlı dönemi ile ilgili hissiyatında, sömürgecilerin söylemlerine ne kadar teşne olduğunu da göstermektedir. Bundan sonra milliyetçilik, Filistinlileri “baskıcı yönetimden kurtulduktan” sonra da yine dünyanın en güçlü ve etkili devletlerine karşı bağımsızlık mücadelesi vermekte olan bir topluluk (s. 10) olarak tavsif ederken kendisini göstermektedir.
Züreyk, kendisini dâhil ettiği toplumun düşünür grubunun üstüne düşen ilk vazifenin Filistin’in kaybına yol açan zafiyet ve çürümenin kaynaklarını keşfederek bunları ortadan kaldırmak için çareler önermek olduğunu belirtir (19–20). Nekbenin sebeplerini ve bunun çarelerini birbiriyle bağlantılı düşünen Züreyk’e göre acil yapılması gereken mücadele, beş temel üzerine inşa edilmelidir: Birincisi, Arapların Siyonist tehlikenin kendileri için ne anlama geldiğinin farkında olmaları ve bununla mücadele iradesini kuvvetlendirmeleri gerekmektedir. Züreyk, 1948’de Arapların eğitimli kısımları dâhil büyük çoğunluğunun Siyonizm’in kendi varlıkları açısından ne derecede tehlikeli oldukları hususunda hâlâ yeterli bilince sahip olmadıklarının altını çizer. Hâlbuki “Siyonist sömürgeciliğin amacı bir vatanı başka bir vatanla değiştirmek ve bir kavmi yok ederek yerine başka bir kavmi yerleştirmektir. Bu, en açık ve korkunç haliyle sömürgeciliktir (el–isti’mâr el–ârî el–mücerred bi–evzahi’l–elvânih ve efza’i eşkâlih).” (s. 24) İkincisi, mücadelede mümkün olan askerî, iktisadî ve siyasî tüm kaynakların seferber edilerek savaş alanına yönlendirilmesi gerekmektedir. 1948’de bunun yapılmadığını düşünen Züreyk henüz yeni kurulmakta olan genç ve donanımsız Arap devletleri ile Siyonistlerin durumlarını karşılaştırır ve esasen Arapların imkânlarının bu hususta düşmanlarından daha elverişsiz olmadığı kanaatindedir. Ancak savaş sadece muharebe alanındaki birliklerle sınırlı kalmayıp “total bir savaş” (harben şamileten) halini almış ve düşman da hazırlığını bu şekilde yapmıştır. Arapların da böyle şümullü bir hazırlık yapmaları gerekmektedir (s. 26 vd.). Üçüncüsü, Arapların da Siyonistler gibi harp, siyaset, iktisat vs. alanlarda birleşmeleri zorunludur. (s. 31 vd.). Dördüncüsü, modern savaş sadece hükümetler ve ordular tarafından yürütülmediği için mücadeleye topyekûn Arap halkı da dâhil edilmelidir. Züreyk bu konuda Arap liderlerin yetersiz kaldığı ve halkı çok yönlü bir şekilde hazırlamadığı kanaatindedir. Kaldı ki Arapların Siyonizm’den korunması diğer tüm çıkarlarının önündedir (s. 34 vd.). Beşincisi, tüm bunlarla birlikte Araplar uluslararası dış ittifaklar da tesis etmelidirler. Bunun için Araplar en büyük çıkarları olan Siyonizm’den korunmak için küçük çıkarlarından fedakârlıkta bulunmalı ve büyük uluslarla pazarlık masasına oturabilmelidirler. Ancak bunun için de pazarlık masasına oturan siyasetçilerin Batı zihniyetini ve çıkarlarını iyi anlaması ve kişisel değil, ulusun çıkarlarına bağlı olması gereklidir. (s. 37 vd.).
Siyonizm’le mücadelede atılması gereken kısa vadeli adımlardan sonra “köklü çözüm” (el–hallu’l–esasi) başlıklı bölümde (s. 44–58) Arap toplumunun yapısı üzerinde durur. Ona göre, Yahudiler bugünde ve gelecekte yaşarken, Arapların hâlâ geçmişin hayalini kurdukları” serzenişinde bulunur. Arapların yenilgisinin bir kavmin diğer bir kavim karşısında yenilgisi değil, bir yaşam tarzının diğeri karşısındaki yenilgisi olduğu düşüncesi, seküler modernist müdahaleci bir tavrı işaret etmektedir. Bu sebeple Arap toplumunun yapısında köklü bir değişime gidilmeli, Arapların düşünme ve hareket tarzında gerçek bir devrim gerçekleşmelidir. Züreyk’in hayalindeki Arap toplumu milliyetçi, birleşmiş ve “ilerici” bir toplumdur. Araplar ancak köklü bir dönüşümle, hatta bir devrimle modern dünyanın bir parçası haline gelebilirler ve böylece Siyonizm tehlikesinden korunabilirler. Siyonizm tehlikesinden kurtulmanın alternatifinin Batı örneğini takip ederek “medenîleşmek” olduğu düşüncesi, seküler–Arap milliyetçiliğinin ayırıcı hususiyeti gibi gözükmektedir.
Kitap, Filistin’in Siyonist işgalden kurtarılması ile asırlardan beri kazanılmış İslâmî tecrübe ve birikime mesafeli bir şekilde yaklaşmak arasında doğrusal bir ilişki kurarken meseleyi bir çözümsüzlüğe doğru yöneltmektedir. Nitekim Filistin’in muhafazası, mevcut olan birçok şeyin terk edilmesine ve mevcut olmayan birçok şeyin icat edilmesine bağlanmaktadır. Ona göre Arap milliyetçiliği ve Arap birliği modern dönemlerde ortaya çıkmış bir fenomen olup Orta Çağ’ın kurumları ya da zihniyetiyle uyumlu değildir. Vatan ve kavim kavramlarını modern ideolojiler bağlamında ele alan Züreyk, bunları tamamen seküler bir konuma yerleştirir ve bu mânâda ne bir Arap vatanı ne de Arap milletinden bahsedilemeyeceğini iddia eder. Bunların gerçekleşmesi ortak bir zihniyete ve ideolojiye sahip olunması gerekmektedir. Züreyk, hayalindeki Arap toplumunu inşa etmek için birbirine bağlı üç unsuru zikreder: Milliyetçilik, birlik ve ilericilik (terakkiyye). Devrimin hedefi içinde yaşanılan modern dünyanın bir parçası olunması, yaşamda ve düşüncede onunla uyum sağlanması, onun dilinin konuşulması, onun köklerine bağlanılması ve mukadderatının da onun mukadderatına bağlanmasıdır. Züreyk, hayatın her alanında gerçekleşecek olan devrimin modern medeniyetin (el–medeniyyetü’l–hadîse) temelleri üzerine inşa edilmesi gerektiğini düşünür, zira ilerleme Arap toplumunu zaten şu andaki durumundan daha kötü bir duruma sevk etmeyecektir (s. 50 vd.).
Züreyk, kitapçığa ismini veren “felaketin anlamı” (ma’nâ en–nekbe) başlıklı bölümde (s. 59–63) yaşananları bir felaket olarak görmekle birlikte bunu kendi ideolojisi için araçsallaştırma girişiminde de bulunur: Ona göre insanlık tarihinde büyüme ve ilerleme ferahlık ve rahatlık zamanlarında vuku bulmamış, aksine toplumlar zorlukları aşmak için özveride bulunmaya mecbur kaldıklarında ortaya çıkmıştır. Züreyk, zorluklar, sıkıntılar ve hatta felaketlerin (nekebât) bireyler gibi toplumlar için de bir teşvik unsuru olup onların “uyanışlarının ve rönesanslarının (tenebbüh ve nehda) bir sebebi” olabileceğini söylerken (s. 60) yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Hıristiyan Araplara hoş gelen oryantalist bir söylemi üstlenir. Zira bu söyleme göre Araplar, Türk hâkimiyeti altında yüzyıllar süren bir uykuya dalmışlar ve nihayet 19. yüzyılda uyanarak nahda dönemine girmişlerdir. Bu küçük kitapçıkta da bu söylem kendisini gösterir. Züreyk’e göre Nekbe, Araplar için bir sınav olup; bunun uyanışa mı daha da fazla bir çöküşe mi sebep olacağı Arapların bunu nasıl karşıladığına bağlı olacaktır, zira nekbe mevcut durumun bir mihenk taşı mesabesindedir. Arap toplumu buradan ya daha da güçlenerek çıkacak, ya da altında kalacaktır. Araplar, ancak kararlı bir devrimci lider tarafından yönetilen bir programla topyekûn kitlesel bir seferberlikle çalışmalıdır. Siyonistlerin “hayatta kalma ve mücadele etme iradesi ancak daha güçlü bir iradeyle yenilgiye uğratılabilecektir”.
Züreyk, kitabın sonuna 1948’deki Nekbe’den önce kaleme aldığı Fî mebâdî’i cihâdinâ fî Filastîn (Filistin’deki mücadelemizin ilkeleri) ve es–Sırâ’ beyne’l–mebde’ ve’l–kuvve fî kazıyyeti Filastîn (Filistin sorununda ilke ve güç çatışması) başlıklı iki makaleyi de eklemiştir. Filistin’e Yahudi göçünü irdelediği ikinci makalesinde bugün Filistin’e göç eden Siyonist Yahudilerin Semitik Yahudilerle hiçbir ilgisi olmadığını, tamamen farklı bir ırka mensup oldukları iddiasında bulunur.
“Onlar Hazar kabilelerine mensuptur … Siyonist Yahudiler Filistin’in Tanrı ve peygamberler tarafından vaat edilen toprakları olduğunu iddia ediyor ve bazı Hıristiyanlar da İncil’e dayanarak onlara inanıyor. Ancak bu Hıristiyanlar, Yahudilerin Hıristiyanlığı nasıl tamamen reddettiklerini unutuyorlar.” (s. 75 vd.).
Züreyk, haklı olarak bugün de hâlâ dünyada pek çok insanın sorduğu bir dizi soruyu sorar:
“Avrupa halklarının Yahudilere çektirdiği zulüm ve acının bedelinin Araplardan istenmesi doğru mudur? Asırlarca Yahudilere karşı hoşgörülü davranmış, onlara özgürlük tanımış ve geçmişteki diğer halklardan daha fazla gelişmelerine izin vermiş olmalarına rağmen, bu ağır yükün Araplara yüklenmesi ve onların bu cezayı ödemesi doğru mudur? Yahudilere yapılan zulüm sorunu dünya çapında bir sorundur ve ancak dinî ve sosyal hoşgörü ruhunun tüm dünyaya yayılmasıyla çözülecektir ... Nazizm Avrupa’dan silindiğine göre, onların anavatanlarına dönmelerini ve orada geçimlerini sağlamalarını engelleyen nedir? Gerçek şu ki, Amerika’daki Siyonistler, Siyonist propaganda ve silahlara harcadıkları paranın bir kısmını onlara yardım etmek ve yerleştirmek için harcamış olsalardı, Yahudi mülteciler ve yerinden edilmiş kişiler sorunu çözülmüş olurdu. Son olarak, Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması aslında Batı’daki Yahudilere yapılan zulmü azaltmayacak ya da onların sorununu çözmeyecektir. Aksine, sorun daha da karmaşık hale gelebilir. Fanatizm ve zulüm artabilir ve Batı halklarının başlarına bir felaket geldiğinde ve bunda Yahudilerin parmağı olduğunu düşündüklerinde Yahudileri suçlamalarına ve onları ülkeyi terk etmeye ve Filistin’e göç etmeye çağırmalarına yol açabilir. Dünyanın dört bir yanındaki akıllı Yahudiler bu tepkiyi büyük bir endişeyle beklemekte, ancak birbirlerine sıkı sıkıya bağlı, militan Siyonist azınlık karşısında ayağa kalkıp bunu söyleyememektedirler.” (s. 78 vd.).
Ma’nâ en–nekbe, Arapların yenilgisi ve İsrail devletinin kuruluşu hakkında yazılan pek çok eser için yol gösterici ve paradigma kurucu bir rol oynamıştır. Bunlar arasında Arap milliyetçiliğinin liderliğine soyunan Cemal Abdünnasır’ın 1952 darbesini meşrulaştırmaya çalıştığı Felsefetü’s–Sevre’de2 Züreyk’in eserindeki fikirlerle örtüşen çok sayıda pasaj bulunması dikkat çekicidir. Özellikle Arapların birliği hususunda neredeyse aynı ifadeleri kullandığı görülür.
Nekbe mi, Nekse mi?
Arapların 1948 felaketinin altında kaldıklarını, bununla baş edemediklerini zaman gösterdi. Bundan sonra Araplarla Siyonistler, tekrar 1956 ve 1967 başta olmak üzere neredeyse on yılda bir karşı karşıya geldiler. Abdünnasır, 1967’deki beklenmedik şekildeki hızlı yenilgiyi “nekse” (geri çekilme) olarak isimlendirirken; Kostantin Züreyk bunu da “nekbe” olarak isimlendirmeyi tercih etti ve aynı yılın Ağustos ayında “yeniden nekbenin mânâsı” başlıklı bir kitapçık daha (Ma’nâ en–nekbe müceddeden, Beyrut: Dâru’l–ilm li’l–melâyîn, 1967) kaleme aldı. Nedim Baytar gibi diğer bazı “devrimci” yazarlar ise Abdünnasır’ın yolundan giderek “nekse” kavramını ön plana çeken kitaplar yazdılar (Min en–nekse ilâ es–sevre, Beyrut: Dâru’t–talîa, 1968).
Züreyk, ikinci eserinde neredeyse ilkinde kaldığı yerden devam etti. Hâlbuki bu süre zarfında hem dünyada hem de kendi içinde bulunduğu şartlarda epeyce değişiklikler olmuştu. Kuzey Afrika ülkeleri büyük mücadeleler neticesinde bağımsızlıklarını kazanmışlar, Asya’da da pek çok ülkede hâlâ bağımsızlık mücadeleleri devam etmektedir. Mısır, Suriye ve Irak’ta ardı ardına pek çok darbe yaşanmış ve toplumlar hâlâ müesses bir nizama kavuşamamıştı. Tüm bunlara ilaveten Araplar, Siyonistler karşısında, daha doğrusu yeni dünya sistemi karşısında yenilgi üstüne yenilgi almışlardı. Filistinliler yerlerinden yurtlarından edilerek, soykırıma uğramışlar, Filistin etrafındaki devletler de sürekli toprak kaybederken İsrail gasbettiği toprakları genişletmişti. Durum böyle olunca 1967 yenilgisinin hemen akabinde Züreyk de kaldığı yerden devam etme ihtiyacı duydu. Bu kitabında da felaketin (nekbe) sebepleri üzerinde durdu, ancak bu sefer kendine göre daha köklü olanları iki ana başlık altında ele aldı: “et–Tehallüfü’l–ilmî” (ilmî gerilik) başlığı altında modern bilimin gerekliliği, üretken toplum ve devletin ve toplumun rolü gibi bölümler altında Arapların bu konudaki durumlarını inceler. “ez-Za’fu’n–nidâlî” (çatışmadaki zayıflık) başlığı altında da Arap devletlerinin harp sahasındaki durumlarını ele alır. Burada Cezayir ve Vietnam örneğini vererek onlardaki halkın başarıp, Filistin’de başarılamamasının arkasındaki en büyük sebebin çatışma iradesindeki zafiyetten kaynaklandığı kanaatine ulaşır. (s. 70 vd.) Kitabın sonuna 1964’te neşrettiği Fî ma’rakati’l–hadâra (Beyrut: Dâru’l–İlm li’l–Melâyîn, 1964.) başlıklı eserinde yer alan “el–Ma’rakatu’l–hadâriyye el–Arabiyye” (Arapların medeniyet savaşı) başlıklı bir yazısını koymuştur. Buna göre Arapların ilk meselesi, “geri kalmışlık problemi” olup Filistinlilerin yenilgisinin arkasındaki en büyük sebep de budur (s. 90).
Züreyk’in kullandığı mânâda “nekbe”3 ve “Siyonist sömürgecilik” kavramları, oldukça yaygın bir kullanım kazandı. Mesela Filistinli yazar Fayez A. Sayegh Zionist Colonialism in Palestine (Beirut: Research Center Palestine Liberation Organization, 1965) başlıklı eserinde Siyonist sömürgeciliğin başlıca üç özelliğinden bahsetmiştir: Irkçı oluşu, şiddet bağımlılığı ve yayılmacı oluşu (s. 21–38). Sayegh daha sonra 1975 tarihinde Birleşmiş Milletlerin “Siyonizm ırkçılıktır” başlıklı kararının yazarı olmuştur.4
Züreyk’in kavramlaştırdığı nekbe (felaket) günümüzde Siyonistlerin Gazze halkına yaşattıkları faciayı tanımlamanın gerisinde kalmıştır. “Felaket”, Gazze’de katledilen bebekler ve çocukların, tahrip edilen şehirlerin, öksüz ve aç bırakılan, evsiz barksız kalan insanların durumunu anlatmakta her halükârda kifayetsiz kalacaktır. Bu hali ifade edebilecek bir kavram aramak, olsa olsa kinizmin zirvesi olacaktır. Önemli olan insanlığın herhangi bir parçasının bu hale düşmesini imkânsız hale getirebilmektir.
1 Bunlardan bazıları: Kostantin Züreyk, Ma’nâ en–nekbe, Beyrut: Dâru’l–ilm li’l–melâyîn, 1948 (Bu yazıda bu baskıyı kullandık); İngilizce tercümesi, The Meaning of Disaster, çev. R. Bayly Winder, Beirut: Khayat’s College Book Cooperative, 1956); Corc Hanna, Tarîku’l–halâs: tahlil vaz’î li–mihneti Filastîn ve’l–kazâyâ el–Arabiyye, Beyrut: Dâru’l–ehad, 1948; Musa el–Alemî, İbretu Filastîn, y.y., 1949; Kadri Hâfız Tûfân, Ba’de’n–nekbe, Beyrut: Dâru’l–ilm li’l–melâyîn, 1950; Arif el–Arif, Nekbetu Filastîn ve’l–Firdevsu’l–mefkûde 1948–1952, I–VI., y.y.: Dâru’l–Hüdâ, 1956–1961; Kostantîn Züreyk, Ma’nâ en–nekbe müceddeden, Beyrut: Dâru’l–ilm li’l–melâyîn, 1967.
2 Cemal Abülnasır, İhtilâlin Felsefesi, çev. Kâmil Turan, Ankara: Çınar Yayınevi, 1967.
3 Başlığında “nekbe” kavramını taşıyan bazı kitaplar için bk. yukarısı 1 no’lu dipnot.
4 Sidney Liskofsky, “UN Resolution on Zionism”, The American Jewish Year Book, Vol. 77 (1977), s. 97–126.