Giriş
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Rum elçisi ile Hazreti Ömer’in buluştuğu kıssayı anlatırken bir fâsıla verdikten sonra “Biz yine kıssaya geldik, zaten ne vakit o kıssadan çıkmıştık ki?”1 diyerek kıssaya kaldığı yerden devam eder. İlk başta Hazret’in ara verdiği kıssaya geri dönmesi olarak anlaşılmasının ötesinde, kastına erişmek mümkün müdür bilinmez ancak Mesnevî’deki mânâ derinliği bize bu ifadelerin, yaşadığımız coğrafyada bir zamanlar kıssanın tuttuğu yerle ilgili hafızaların canlandırılıp unutulanın hatırlanması ve kıssaya geri dönülmesi olarak yorumlanabileceği imkânını sunabilir. Bu yazı da bugün Müslüman için asıl teşkil edenlerle bağını yeniden kuran bir düşünme faaliyetinin kıssaya geri dönerek nasıl mümkün olabileceğine dair birkaç kelâm etmeyi amaçlıyor.
Düşünce Faaliyetinde Asılla Bağın Kopması
Hemen herkesçe malum olduğu üzere Kant’ın kritik projesi ve onun etkisinde gelişen fikriyatın metafizik eleştirisi, metafizik ve hakikate ilişkin bilgi ve ifade imkânlarını iptal etmiş; bu fikriyatın ileri safhasında metafiziğe ilişkin olanın anlamsız görüldüğü bir anlayış ortaya çıkmıştır. Bu hâkim fikriyat tarafından şekillendiği iddia edilen varlık ve ahlâk alanı da kendinde olanın ve hakikat fikrinin kaldırılması üzerinden belirlenmiştir. Bu serencam içerisinde gelişen bilimselliğe öykünen felsefe anlayışı, bilinebilir ve hakkında konuşulabilir olanı görüde, biçimsel dizgede ve modelde inşa edilebilir olmakla ve nedenselliğe tâbi kılmakla belirlemiş ve felsefe faaliyeti de bu inşa yöntemine konu edilemeyenin sınırın ötesinde bırakıldığı ve bilinemez kılındığı bir çerçeve içerisinde icra edilmeye başlanmıştır. Bilinebilirliğin inşa edilebilir olanla belirlenmesi ve kabul gören bu inşa yöntemlerine konu edilemeyenin sınırın ötesinde bırakılması Müslüman için asıl teşkil edenlerle (tevhid ve nübüvvet başta olmak üzere Allah ve Rasûlü’nün bize bildirdiği hakikatler) bağını koparan bir düşünce anlayışına sebep olmuştur. Cenâb–ı Hakk’ın ve Rasûlü’nün bildirdiği hakikatlerin kendisine asıl teşkil ettiği bir kimse için kendinde olanın ve hakikat fikrinin muhafaza edildiği bir varlık düzlemi söz konusuyken diğer tarafta onun asıllarla irtibatını zedeleyen bir düşünce faaliyeti konumlanmış durumdadır. Dolayısıyla mevzubahis fikriyatın metafizik eleştirisi, zemininde asılların bulunduğu düzlemi sadece inancın konusu haline getirmektedir. Bu bakımdan bu fikriyatın hâkim yöntemlerinin, felsefe faaliyeti içerisinde Müslüman için asıl teşkil edenlerle irtibatını koparan bir usûl ve zeminde geliştiği ifade edilebilecektir. Her ne kadar inanan bir kimse inancı gereği bu fikriyatın belirlemelerinden âzâde bir şekilde hayatını sürdürdüğünü düşünebilecekse de bu fikriyatın içinde yaşadığı toplum üzerindeki özellikle ahlâki anlamda değiştirici ve dönüştürücü etkisinin yadsınamayacak olması, onu bu düşünceye bir eleştiri yöneltmek ve ona bir cevap üretmek durumunda bırakır.