İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse
öbürüne sağır.
—İsmet Özel
Dünya; ortak bilgi, kanaat ve yargıların ötesinde, bireysel ya da toplumsal bilgi birikimimize bağlı olarak her birimize farklı şekillerde görünür. Kişisel deneyim, toplumsal bellek ve entelektüel duyarlılıklar, herkesin paylaştığı bilindik dünya algısının dışında her birimiz için bambaşka dünyalar oluşturur. Teoloji ve felsefenin daha başından itibaren ortaya attığı sorular, birbiriyle etkileşen eski ve yeni bilimsel bilgiler ve soyutlamalarla birlikte bizi yeni dünyalara ulaştırır. Yaşadıklarımız, gerçeğin özüne nüfuz etmeye yönelik merak duygumuz nihaî olarak daha derin çözümlemeleri gerektiren dünyaların varlığıyla bizi karşı karşıya getirir. Bu yolculuklar, hem bireysel hem de geniş toplumsal sorumlulukların ürettiği kolektif hafıza eşliğinde sürer.
“Biz hangi dünyada yaşıyoruz?” sorusu, idealize edilmiş tasarımlardan çok fiilen içinde yaşadığımız dünyanın “ne”liğine ve “nasıl”lığına ilişkin cevaplara ulaşmak ister. Teolojik, felsefî ve bilimsel kabullerimizle algıladığımız bu dünya, bizim için mümkün olan tek dünyadır. Bireysel hassasiyetler, idrâk çeşitliliği, sıra dışı duyarlılıklar, dert ve arzu bileşenleri, entelektüel ilgiler, ideolojik kabuller ve tecrübe edilmiş yaşantılar “nasıl bir dünya” sorusuna verdiğimiz cevapları etkileyen temel unsurlar arasında yer alır. Bu bağlamda hem soru hem de onu karşılayan cevap dizilimleri, bu sefere katılanların güçlü bir farkındalığa sahip olmaları gerektiğini gösterir.
“Hangi dünya?” sorusu, kişisel ya da toplumsal bir eğilim ve tercihten ziyade, tüm eylemlerimizle, şimdiye değin kararlı bir şekilde sahiplendiğimiz dünya görüşümüzle nerede olduğumuzu açıklığa kavuşturmayı gerekli kılar. Hangi dünyada yaşadığımıza dair bir soru, haberdar olduğumuz ya da olmadığımız dünyalar arasında kendimizi nerede daha iyi, daha doğru ve daha uygun bir şekilde konumlandırdığımıza ilişkin olarak adil bir kestirim çabasını ortaya koyar. Bundandır ki dünyalar arasında sıklıkla gelgitler yaşarız. Burada hangi dünyaya ait olduğumuz ya da nerede durduğumuz sorusu entelektüel ilgilerimize, dert potansiyelimize, karakter ve vicdanımıza bağlı olarak içerik kazanır. Kuşkusuz bu da nihayetinde referans setlerimizi, meşruiyet çizgimizi, sınırlarımızı ve hassasiyet noktalarımızı etkiler.
Fizik dünyaya ilişkin bilgi ve deneyimlerimiz, beş duyuyla idrâk ettiğimiz bir alandan devşirilip toparlanır. Orada doğar, yaşar ve ömrümüzü tamamlarız. Buradayızdır; buraya ilişkin cevaplarımız tipik yer bildirimlerinden daha ileri gitmemize izin vermez. Oysa yaşadığımız yere yönelik bilincimiz, anlam ve değer yüklemelerimiz farklıdır. Bu öznellik, bizi üzerinde yaşadığımız dünyadaki bilgi, değer ve ahlâk katmanlarıyla birlikte söz almaya zorlar. Bu bağlamda “Biz hangi dünyada yaşıyoruz?” sorusunun karşılığı, sadece fiziksel dünya üzerine odaklanılarak verilemez. Peşine düştüğümüz sorular, hayata yüklediğimiz anlamlarda somut karşılık bulur.