“Dünya” sözcüğü, çok anlamlı bir sözcüktür. Müslümanların âşina oldukları bir bakış açısından “hayat” sözcüğünün bir sıfatıdır, âhiret hayatının öncesindeki hayatı betimler. Klasik bir perspektiften kendimizi içinde bulduğumuz sahnedir ki Tanrı –hayrın kendisi ya da kaynağı olduğundan–, olabilecek en iyi dünyayı var kılmıştır. Fizikalist bir perspektiften bir gezegen olarak yerküredir veya onun da içinde olduğu uzay, zamanın bütünüdür. Bazılarına göre bu dünyalardan (evrenlerden) de çokça olabilir.
Mantıkçılar ve metafizikçiler, mümkün dünyalardan söz ederler. Bu dünyalar, bir olgu veya nesne toplamı olarak tasavvur edilir ve iki dünya en az bir olgu veya nesne bakımından farklıdır. Dolayısıyla en az bir önerme, bir dünyada doğruyken; farklılaştığı bir diğerinde yanlış olmak durumundadır. Bazılarına göre ise dilin resmettiğidir dünya…
Yine bazılarına göre o bir kurgudur. Tüm fenomenlerin toplamını içeren bir ideaya (fikre) işaret edebilir. Ya da böylesi kurgulardan pek çok vardır, hemen her dil, her kültür, her medeniyet, farklı bir dünya tasavvuru sunar ve konuşucularını ya da mensuplarını böyle bir dünyada konumlanmaya davet eder. Veya dünya öyle bir kurgudan ibarettir ki onu edebî bir kurgudan farklı ve fazla kılan bir unsur bulunamaz.
Kimine göre ise dünya diye bir şey yoktur, kurgu olarak bile olsa dünyadan bahsetmek pek anlamlı değildir.
Sözün kısası, ölümle –varsa– dünyadan çıkmak mümkün görünse de tartışarak dünyanın mahiyetinin ne olduğu sorusunun içinden çıkmak çok kolay görünmemektedir. Bu yazımızda bu nazarî tartışmaya değil, insanların algısında dünyanın yozlaşması olgusu üzerinde duracağız.