Dünya’ya Davet Olarak Sinema ve ‘Hakk’ın Nazarında Vasıta Olarak İnsan

Enver Gülşen

Enver Gülşen



Önemli sinema düşünürü Andre Bazin, film sanatının insanı dünyaya davet ettiğinden bahsetmişti bir metninde. Bu cümlenin bir arkeolojisi, Bazin’in ne kastettiğinden çok, dünyanın ve film sanatının ne olduğunu anlamaya yönelik bir kazı anlamına gelecektir. 

Rönesans’la başlatabileceğimiz bir “görme biçimi” ve bu görme biçiminin felsefî dışa vurumu olan kartezyen düşünce, modernliğin “dünya” ile kurduğu ilişkiyi tanımlıyor. “Dünya”, bizden ötede olan, merkezdeki “ben” aracılığıyla tanımlanan, üzerine hegemonya kurulan, bir mesafe koyularak bakılan, kısacası “manzara”ya dönüştürülen bir şeydir. Manzara gibi dünya da bizim “karşımızda olan”dır modernitenin anlam dünyasında. Gerektiği zaman tanımlanan, meta hâline dönüştürülen, sömürülen ama hep ötemizde duran... 

Sanat modernizmi1 elbette çok çeşitli yönelimleri olsa da temel olarak Rönesans’la başlayan bu görme biçiminin2 eleştirisi, reddiyesi sayılabilir. “Reddiye” öncelikle “dünya”nın yeniden anlaşılması gereğini doğurdu. 

“Perspektifli çizim biçiminin, resmi inceleyen kişinin bir bakıma daha önceleri Tanrı’ya ayrılan bir konumu aldığı şeklindeki büyük paradoksu burada kendini göstermektedir. Gözlemci, kendi görüş biçimini kesinlikle ve özellikle “nesnel” diye konumlandırdığı sürece her şeyi görmektedir. Öte yandan varoluşu, perspektifli tasvire eklenmiş, sonsuz biçimde uzak ve küçük bir noktadan başka hiçbir şey olmayan bir ufuk noktasıdır. Resmin önünde durup resmi inceleyen kişi tasvire “buradan” bakarken, kendisi, benliğinin bir negatif kopyası, “hayali kopyası” olarak perspektifli biçimde çizilmiş manzaranın sanal “karşı kıyısında” gözüne ilişebilir. Sonuç, insanın gerçekte asla göremeyeceği bir manzaradır. Perspektif tasvir her ne kadar alışılmış biçimiyle anlaşılan manzarayı mümkün olan en doğru biçimde taklit etmek istese de bu doğal manzaradan gitgide uzaklaşmaktadır. Çünkü ben hayatta ne bir ufuk noktası ne de bir ufuk görüyorum. Boyut ilişkilerini başka türlü algılıyorum. Ayrıca manzara benim önümde değil, aksine, etrafımda uzanmaktadır. Ben de manzaranın içinde yer aldığım için her şeyi yalnızca manzaraya yönelttiğim bakışlarla görmüyorum. Bilakis bütün bedenimle görmekteyim. İncelemekte olduğum nesneyi bakışımla çevresinden koparamam benim etrafımı çevirmektedir. Bir nesne görmekteyken sonsuz sayıda nesne daha görmekteyim; hatta arkamda yer alan nesneleri bile. Gözlerimin görmediğini bedenim görüyor. Hatta gözlerimin yöneldiği şeyler de sâbit değil. Çünkü bakışlar da sakinleşemiyor. Sürekli olarak hareket halinde, bir oraya bir buraya gidip geliyor ve bakışlarımı ısrarla ona yönelttiğim zaman da nesne anbean değişiyor. Hatta içerisinde zamanı bile görebiliyorum. Daha doğrusu, zaman onun olduğu gibi görünmesini sağlıyor.”3




Makalenin devamını okumak için Abone Olun