“Önce iyi düşün, sonra yap!” öğüdünü sık duyarız. Toplumsal makbuliyeti yüksek olan bu öğütteki niyet ve amel arasındaki kronolojik ardışıklığın maliyeti yüksek olabiliyor. Bunun maliyeti; hedeflerin ertelenmesi, işlerin hep niyet düzleminde kalması ve eylemin hep ötelere ertelenmesinden ibaret değildir. Bunun en ağır sonucu, “düşün!” emrinin eylem ötelendikçe ondan özgünlükleri ve bireysellikleri aşındırması ve onu toplumsal makbuliyete işâret eden bir düzleme çekmesidir. Niyet ve amelin ardışıklığı, hatta niyetin kendi süreçsel mahiyeti, amel sorununu zaman bakımından ele almayı gerektirir. Bu yazıda İslam düşüncesinin önemli ekollerinden Mu’tezile’nin iki düşünürünün kuramları üzerinden zaman ve amel arasındaki irtibatı konuşmayı deneyeceğiz.
Zamanı sadece anların dizilişi olarak ya da hareketin ölçüsü olarak görmemek gerekir. Böyle düşündüğümüz anda insanın zihinsel hallerini evrendeki zihinsel işleyişten soyutlamış olacağımız gibi insana dış dünyadan apayrı bir evren tanımış oluruz. Tam da bu noktada amelin, bir taraftan fiziksel bir taraftan da ruhsal karakteri bizi içsel ve dışsal olanı birlikte düşünmeye sevk etmesi cihetiyle zaman bakımından ele alınması anlamlıdır.