Herhangi bir gerçeklik soruşturması en temelde iki sınıra dayanır: Birincisi insanın kendini idrâk etmesi; ikincisi ise içinde bulunduğu yeri (dünyayı) idrâk etmesi. İlk bakışta hemen tüm gerçekliğin idrâk etkinliğinde görünür olduğu söylenebilir. Ancak idrâkin içeriğine odaklanıldığında idrâkin bir–şey’in idrâki olduğu fıtrî sezgiyle fark edilir. Bir–şey, bi’l–ıyân, var–olmakla eş–değerdir. Bu nedenle, idrâk etkinliği içinde dolayımsız idrâk edilen en az iki var–olana işaret edilebilir. İşaret eden ile işaret edilen. Bizâtihi işaret etme etkinliği de işaret edilene bir varlık yüklemesi yapar. Kişinin kendini idrâk etmesi etkinliğinde işaret eden ile işaret edilen bir ayniyet ilişkisi gösterir. Ancak bu ilişki, aşağıda da üzerinde durulacağı üzere, yine bir idrâk yani bilgi ilişkisidir. Kişinin kendi yerine ilişkin idrâkinde ise işaret eden ile işaret edilen arasında varlıkça(ontolojik) bir mesafe yoktur; ancak idrâk etkinliğinde hâsıl olan mesafe idrâk eden ile idrâk edilen arasındaki ilişki de (ki, bir bilgi ilişkisidir) yine fıtrî sezgi ile yakalanır. Öyleyse, –bulundukları ontolojik tabaka açısından var–olma dereceleri ne olursa olsun–, idrâk etkinliğinden bağımsız bir şey’in var–olduğu ilkesinin fıtrî sezgi ile açık–seçik olduğu söylenebilir. Şimdiye değin dile getirilenler çerçevesinde, şu ilkeler vaz edilebilir: 1. Şey, bir–şey olarak vardır; 2. Şey, idrâk etkinliğinden bağımsız bir–şey olarak bulunur; 3. Şey, –idrâk derecesi ne olursa olsun– müdrik bir varlık tarafından idrâk edilebilir; 4. İdrâk edilen, yani türü ne olursa olsun bilgiye dönüştürülen, aynı ontolojik tabakadaki benzer müdrik var–olanlarca paylaşılabilir. Bu cümlelerde kullanılan şeyin neliği ve idrâkin kökeni, şeyi ve idrâki bizâtihi etkinlik içinde deneyimlenen iki hâl olarak görmekle yetindiğimizden, şimdilik, konu dışı bırakılmıştır.