Özgür irade, felsefenin kök sorunlarından biri olma özelliğini bir an olsun kaybetmemiştir. Zira insana, doğasına, davranışına, ahlâkına, meydana getirdiği toplumsallığa, kurduğu şehre, var ettiği devlete, inşa ettiği medeniyete ondan daha fazla kaynaklık eden kavramlar azdır. Lakin en dipteki insânî meselelerden olmasına rağmen üzerindeki belirsizlik bulutu da o denli kalındır hâlâ. Bilim de el atmışken son yüzyılda özgür iradenin varlığına/yokluğuna, işler daha da karıştı hatta. Hepimiz duyar olduk eeg deneylerini. Bu deneylerle seçimimiz, biz farkına varmadan saniyeler önce beyin aktivitemizden öngörülebiliyor. Bilinçli olarak seçtiğimizin farkında olduğumuz zamandan yedi saniye kadar önce bile dikkatli deneyler ne yapmayı seçeceğimizi tahmin edebiliyor. Ne yaman çelişki! Seçen kim öyleyse? Beynimiz mi? Beyin aktivitemiz sahiden seçimimizin bilinçli farkındalığından önce mi gelir? Bu tür deneylerden gelen pek çok kanıt var literatürde. Bu yüzden bugün bir özgür irade teorimiz olacaksa, bunun beyin ve sinirbilim verilerinden bîhaber oluşu ancak ciddiye ve dikkate alınmayışını garantiler.
Sam Harris’e göre bilinçli olarak niyet ettiğimiz şeylere beynimizdeki niyet etmediğimiz, hatta hiç farkında olmadığımız olaylar neden oluyorsa, bilinçli fâiller olarak özgür olduğumuzdan bahsedemeyiz. Harris gibi çağdaş bilimciler, sinirbilimciler ve felsefeciler daha genel mânâda fizikalist evren görüşü içinde nefes alıp verirler, bu yüzden özgür irade konusunda da deterministik görüşe yaslanırlar. Zira fizikalizm indirgemeci ve deterministtir. Fizikalist çoğu bilim adamı arasındaki mevcut bakış açısı, evrenin 13.8 milyar yıl önce büyük patlama ile başladığı, büyük patlamada uzay, zaman, madde ve enerjiden başka bir şeyin çıkmadığı ve bu nedenle evrenin yaşamdan (canlılıktan) ve bilinçten belki milyarlarca yıl yoksun olduğudur. Ve yaşam ve bilinç bir şekilde (!), temelde fizik bir dünyadan zaman içinde belirivermiştir.