Genel olarak düşünce tarihinin en çetin meselelerinden biridir özgürlük. Bir yandan irademiz olduğunu ve bir kısım davranışlarımızı kendi irademizle tercih ettiğimizi hiçbir uyarıcıya ihtiyaç duymadan biliriz, diğer yandan da irademizi yönlendirilen âmillere baktığımızda bize ait iradenin olup olmadığından kuşkuya düşebiliriz. İrademizin varlığını sorunlu hale getiren muhtelif âmiller, insanlığın bilinen tarihinde çeşitli dönemlerin tefekkürüne damga vuracak şekilde tahlil edilmiştir. Bu tahlilleri kavrayabilmek için özgürlüğün iki yönlü bir kavram olduğunu dikkate almak gerekir.
Bir yönüyle özgürlük, yalnızca bilinç ve irade sahibi bir varlık olarak insanın kendisiyle ilgilidir ve nesnelerinden bağımsız olarak ele alınabilir. Bu açıdan bakıldığında insanın, en genel seviyede, yapılması muhtemel fiillerden veya terklerden birini diğerlerine ikinci bir farkındalıkla tercih edebildiği için özgür olan bir varlık olduğu söylenebilir. Burada tercih ile ikinci farkındalık arasında bir ittifakın olduğunu belirtmek gerekir. Sadece tercih veya sadece ikinci farkındalık özgürlüğü ifade etmez. Filozofların evvelî bilgiler ve kelamcıların mübtede’ bilgiler dediği “Bir şey ya var ya yoktur”, “Bir şeye eşit şeyler birbirlerine eşittirler”, “Bütün parçadan büyüktür” gibi varlık ve miktarla ilgili olup tüm bilgilerin temelini oluşturan ve herhangi bir duyu idrâkine indirgenemeyen bilgiler, insanda ikinci bir farkındalığı bilfiil hale getirir. Bu farkındalık, herhangi bir tercihte bulunurken o tercihle ilgili yarar veya zarar kavrayışının vüs’atını anlık ihtiyacın ve tatminin ötesine taşır. Özgürlüğün mayalandığı ve hem insânî hem de ilâhî olanı içerecek şekilde teşekkül ettiği rahim tam olarak budur. Şayet söz konusu farkındalık, gelecekte bir durum olarak fâilin kendisi veya başkası için yetkinlik gayesine katkıda bulunma yahut ona engel oluşturma işlevi de görüyorsa ilk bilgilerimiz arasında ahlâkî olanlar da katılmış demektir ki bu durum, tercihlere ahlâkî bir muhteva kazandırır.