2011 yılının başında Arap ayaklanmaları Libya’ya sıçradığında dünyanın pek çok yerinde Libya halkına destek için yapılan protestolardan biri İstanbul’da gerçekleşti. Özgür-Der, Mazlum Der, İhh, Genç Siviller, Hak-Par ve dsİp ortak eylem kararıyla Taksim Meydanı’ndan Libya Konsolosluğu’na yürüdü. Pek çok konuda ayrı noktalarda bulunan grupların bir araya gelmesi itibariyle ilginç bir karakter taşıyan eylem, birlikte hareket etmeyle ilgili tartışmalara da yol açtı. Eylemde atılan sloganlardan biri “Öz-öz-özgürlük, Libya’ya özgürlük” şeklindeydi. O esnada grup içinde bulunanlardan biri slogana neden eşlik etmediği sorusuna “Onların özgürlükten anladığı şeyle benimki bir değil ki” cevabını verdi. Bir protesto esnasında uzayıp bir tartışmaya dönüşme imkânına sahip olmayan bu cevap özgürlüğün ideolojik ve politik olanla ilişkisine dair çok şey söylüyor. Üstelik özgürlüğün bireyin anlam dünyasıyla irtibatı göz önünde tutulduğunda bu ilişki, gündelik hayatın pek çok alanına etki eden bir tecrübeler dünyasını toplumsalın merkezine yerleştiriyor. Özgürlük ama hangi özgürlük? Özgürlük ama nasıl?
Özgürlüğü bir iktidar mücadelesi alanına çeviren şeylerden biri, bu sorulara verilen cevapların doğrudan bireylerin dünya tasavvurundan besleniyor olmasıdır. Bununla birlikte iktidar mücadelesinden söz etmenin kendisi dünya tasavvuru inşa etmeye yönelik bir çabayı işaret eder. Bu nedenle özgürlüğe dair gündelik pratiklerde karşı karşıya kalınan çatışma, bizim inşa çabamızla ötekinin inşa çabasının bunlara yön veren tasavvurlar zemininde rekabet etmesinden kaynaklanır. En azından ideolojik kutuplaşmanın sıradan insanların üzerinde baskınlığının oldukça belirgin olduğu bir toplumda bundan söz etmek mümkün. Peki bu çatışma sürecinde, güç ve iktidar tartışmasının ötesinde özgürlüğü tanımlamak ve sınırlarını belirlemek mümkün müdür? En indirgemeci ifadeyle özgürlük iktidara doğru orantılı bir şekilde denetlenen muğlak bir kavram mıdır?