Başlangıçtan günümüze değin dine dair ortaya konulan tanım veya yaklaşım biçimleri ya felsefenin gölgesinde kalmış ya da modern zamanlarda olduğu üzere içeriklerini, beşeri ve sosyal bilimlerin kurgu mantığının elverdiği ufuk içerisinde kazanmışlardır. Dinin, felsefî veya bilimsel bir muhakeme mantığı içerisinde ele alınmasının, dine ait tezahür ve fonksiyonların temyiz edilip, anlaşılması bakımından oldukça elverişli sonuçları olsa da, mahiyeti ve ontolojik zemini itibariyle dinin ne olduğu meselesine sarahat kazandırmak bir yana, aksine söz konusu meselenin karartılmasına yol açtığı söylenebilir. Kanaatimizce bu durum, dinin de, diğer kültür ürünleri gibi, insan eseri veya bütünüyle insanın biyo-psiko-sosyal varlığına indirgenebilir bir mesele (bir varolan) olarak ele alınıp, ontik bir soruşturmanın nesnesi kılınmasına rağmen, ontolojik bir soruşturma ekseninde düşünceye konu kılınmamasından kaynaklanmıştır. Tam da bu yüzden dine ontik bir mevzu nazarıyla bakılıp, “Din nedir?” sorusu sorulmuş, fakat ontolojik soru olan “Din ne anlama gelmektedir?” sorusu sorulmamıştır. Her ne kadar bilim, felsefe ve dine ait üç bilme veya anlama imkânı, sahip oldukları varlık zeminlerine bağlı olarak, düşünme pratiği ve kendi sınırları içerisinde insan için arz etmiş oldukları önem bakımından farklılaşmak durumunda olsalar da, düşünce tarihi boyunca felsefe ve bilimin kendi ontolojik zemininden kopmak suretiyle sınır aşımına yol açacak düşünsel çıkarımlara vücut vermelerinin, dinin, felsefe ve bilimin gölgesinde bir düşünce nesnesi kılınmasına, böylelikle de ontolojik varlığı itibariyle anlam bakımından karartılmasına yol açtığı ifade edilebilir.
Bu çalışmanın teklifi de, “Bizim dine dair bilimsel ve felsefî mülahazalarımızdan bağımsız bir biçimde, dinin bize nasıl bir teklifte bulunduğu, fenomenolojik anlamıyla dinin insana kendisini sunuş mantığı açısından ontolojik iddia ve zeminin ne olduğu, dinin, insanın dünya içre varoluşunun anlamına, insanın bu dünyada niçin varolduğuna dair, insanın bu dünyada oluşunun mahiyeti itibariyle diğer varolanlardan farkının ne olduğuna dair ne söylediği” sorularına ontolojik bir açıklık getirecek şekilde, fizik/bilim, metafizik/felsefe ve gayb/din ayrımı bağlamında, dinin ontolojik statüsünü düşünmeye davet etmektir. Yine bu bağlamda ifade edilmelidir ki, fizik, metafizik ve gayb ayrımına bağlı olarak, bilim, felsefe ve dinin sahip oldukları varlık zeminleri itibariyle bir ayrıma tabi tutulması, her üç alanın da hem varlık zeminlerine hem insan varlığı için arz etmiş oldukları öneme; hem düşünce konusu kılmış oldukları nesne veya varlık alanlarına nasıl ve hangi sorular ekseninde yöneldiklerine hem de sahip oldukları imkân ve sınırlara açıklık getirecektir.