Aslanın kuzeni olan ve halk inançlarına göre aslanın aksırığından doğmuş olan kedinin içtiği sudan abdest alınabilir. Ebu Hureyre’nin heybesinde taşıdığı bir kedinin de Hz. Peygamber’i tehlikeli bir yılandan kurtardığını ve bundan ötürü Hz. Peygamber’in kedinin sırtını okşadığı ve hâlâ pek çok kedinin sırtındaki ya da kafasındaki şeritlerin Hz. Peygamber’in parmak izleri olduğu söylenir. Ayrıca kedilerin sırtları üstüne düşmemeleri dahi buna bağlanır. İnsan; kediden aslana, köpekten katıra, eşekten karıncaya değin sayısız hayvanın işaret ettiği şeye türlü mânâlar atfetmiştir. Kur’an’da seslerin en çirkinine sahip hayvan olarak anılan eşeğin Nuh’un gemisine binen hayvanlardan olması onu yine de iyi kılmaz. Çünkü Nuh’un Gemisine gizlenmiş bir varlık ile binen tek hayvan odur. İblis onun kuyruğuna tutunarak gemiye binmiştir. Menkıbeler türlü türlüdür. Nice işaretlere nice anlamlar yüklenir. İnsanoğlunun bilinçdışı, duyularla idrak edilen şehadet âleminde nefsinin baskı altında olmasından ötürü genişler. Çünkü yerleşik hayata geçiş sonrası kültürleşen insan, bilinçdışının karanlık yanlarıyla tanışmaya başladı. Hayvanî dürtülerini, cemiyet içerisinde yani ortak yaşam alanında dizginlemekle mükellef olan insana yasaklar getirildi. Bu durum insanın bilinçdışının inanılmaz ölçüde zenginleşmesine sebep oldu. Dürtüler hayvanîydi. Tüm dürtüler, insan nefsinde gizli bir hayvan evrenini yarattı.
İnsan, onu kötülüğe teşvik eden süflî nefsi temsil eden köpeği de nefsindeki hayvan evreninde saklıyordu, kitap taşıyan bir eşeği de. Ancak aynı insan şehadet âleminde yani duyulur, tecrübe edilebilir alanda evcilleştirdiği köpeğiyle muazzam güzellikteki bir şelaleye doğru yürüdüğünde, şelalenin güzelliğini sadece kendisi ifade edebilir. Şelaleyi algılamakla kalmaz, onun gizlediği mührü idrak etmeye çalışarak onu tanımlamaya, tabiatın kutsal görünümünü terennüme yönelir. Köpeğiyle oradan ayrılıp geri döndüğünde, görülen şelalenin güzelliğini sadece o, yani köpeğin sahibi tasvir edebilir.