Mademki hakikatin, gizli, örtülü olması ve gayba inanmak daha iyi, öyle ise ağzını kapa, dudaklarını yum; yumuk dudaklar daha hoş... Kardeşim, sözden sakın, hakikat sırlarını söylemekten vaz geç ki, ledün ilmini Cenab-ı Hakk kendisi meydana çıkarsın.
—Mesnevî, Mevlâna
Öyleyse hakikat nedir? Eğretilemelerin, kinayelerin, antropomorfizmlerin, kısacası tüm insan ilişkilerinin yekûnunun şairane ve retoriksel, aktarımlara ve süslemeye bağlayıcı kaldığı görülen hareketli bir yığındır. Hakikatler, yanılsama oldukları unutulmuş olan yanılsamalardır. Kullanıldıktan sonra güdükleşmiş, güçsüzleşmiş, kabartmalarını kaybetmiş paralardır ki artık para değil meta olarak değer görmektedirler.
—On Truth and Lies, Nietzsche
H
akiki dünyayla irtibatını koparan insanlığın ilk habercilerinden biri olan Nietzsche, hakikatin; şiirsellik, hitabet, mecazlarla, süslü sözlerle yıpranmış metaforlara ve illüzyonlara dönüştüğünü ifade eder. Nietzsche’den sonra Adorno; insanlığın hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi göründüğü bir dönemeçte olduğunu ve –her– açıklamanın, haberin, düşüncenin daha önce kültür endüstrisine tabi tutularak biçimlendiğini ifade etmiştir. Hakikatin yapay olanla değiş tokuş edildiği yer, insanın hayatında merkezî konum edinen tv ile olmuştur. Baudrillard’a göre teknolojinin mükemmelleşmiş aygıtlarından biri olan tv, gerçeğin dünyadan kopmasını derinleştiren, insanlığı simülasyon sürecine sokan en yetkin nesnedir. Hakikati tasfiye ederek kendi hakikatini dayatan, dünyayı imgelerle okutan, imgelerle tasfiye edilmiş bir dünyanın üst dili/meta-language olan tv, bireyi görüntüyle gerçeğin birbirine karıştığı taklit evrenine mahkûm etmiştir. tv, insanlığı daha sanal düzlem olacak internet düzenine hazırlayıcı bir temrin vasıtası olmuştur.