Adalet, Themis heykelinde görkemli bir kadın olarak temsil edilir. Görkemi gücünden, yanılmazlığından ve herkese eşit mesafede olmasından kaynaklanır. Mahkeme salonlarının tasarımı tarihsel süreç içerisinde değişmiş olsa da yargıçların kıyafetleri, oturdukları kürsüleri ve buna karşın sanıkların konumlandığı yerler Themis heykelinin görünümüne paralel olarak tasarlanmıştır. Tanrı’ya/Tanrıça’ya özdeş olarak görülen adalet, tüm toplumlarda yüce bir ideal olarak görülse de adaletin uygulaması bambaşka bir şekilde kendisini gösterir. Dünyanın dört bir tarafında adaletin uygulamalarına karşı yükselen itirazlar, karşı çıkışlar ya da umutsuzca bekleyişler adaletin görkemi ile uygulamaları arasındaki farkı apaçık bir şekilde önümüze koyar.
Tartışmasız, adalet iyidir. Ancak ne oluyor da adalet uygulamalarına ilişkin olarak dünyada bunca memnuniyetsizlik ortaya çıkmakta ve adaletin görkemi ile uygulaması arasındaki makas bu kadar açılmaktadır? Diğer taraftan ne tür bir adalet tasavvuru ile bu makas minimalize edilebilir? Adaletle ilgili bu ciddi meseleyi, adalet hakkında fikir üretmiş önemli bir kelâmcı ve aynı zamanda yargıç olan Kadı Abdülcebbâr’ın eserleri üzerinden işleyeceğiz. Kadı Abdülcebbâr’ın dahil olduğu Mu’tezile ekolü kendini adalet üzerine konumlandırır, hatta kendisini “adalet ehli” olarak tesmiye edip Tanrı’ya ve insana dair tüm konuları Tanrı’nın adaletini dikkate alarak yorumlar.
İslam düşüncesinde adalet ve hikmet çoğu zaman birlikte ele alınan, özdeş ya da biri diğerinin yerine kullanılan kavramlardır. Örneğin Ebû Mansur el-Mâtürîdî, kimi zaman adalet ve hikmet kavramlarını özdeş kavramlar olarak kullanırken kimi zaman da hikmeti genel olarak bir şeye hakkının verilmesi olarak tanımladıktan sonra hikmetin belirli bir şekilde zorunlu olarak yapılmasını adalet, yapılması gerekenin farklı şekillerde icra edilebilme durumunu ise fazilet (fazl) kavramıyla karşılar. Hikmet ve adalet arasındaki bir taraftan özdeşliğe varan, diğer taraftan ayrışan ilişki adaletin hesaplanabilen ama aynı zamanda hesaplanamayan yönünden kaynaklanmaktadır. Çünkü onu, hikmetle özdeşleştirdiğimizde karşımıza tıpkı hakikat kavramında olduğu gibi tüm iyiliklerin kaynağı olmasının yanı sıra farklı yansımaları/tecellileri olabilen ve tek bir yönde gerçekleşmesi imkânsız olan asıl olarak kabul ederiz.