Çağdaş ahlâk ve siyaset felsefesinde “liberaller ve cemaatçiler” tartışmasından bahis açıldığında akla gelen ilk isimlerden biri de Alasdair MacIntyre’dır. Kendisine dünya çapında şöhret kazandıran After Virtue (1981) ile birlikte peşi sıra kaleme aldığı Whose Justice? Which Rationality (1988) ve Three Rival Versions of Moral Inquiry (1990) adlı eserleri, 1980’li yıllar boyunca devam eden bu tartışmanın klasikleri haline gelmiş olan İskoç asıllı filozof, kendisi hiçbir zaman kabul etmemişse de “cemaatçi” tarafta sayılmıştır. Yarım asrı aşkın akademik üretimi ve onlarca eserden müteşekkil zengin külliyatı düşünüldüğünde, MacIntyre’ın entelektüel ilgisinin, zaman zaman farklı kılıklara bürünse de aynı tema etrafında şekillendiği görülmektedir. Bu tema, insanın tarihsel ve toplumsal yönünü dikkate almayan, yani kısaca kültürel bir varlık olduğu gerçeğini gözardı eden soyut bireyci liberal ahlâk ve siyaset anlayışının eleştirisi olarak ifade edilebilir. “Cemaatçilik” gibi hayli muğlak ve yüzeysel bir tanımlamaya sığdırılamayacak bu teorik duruş, Dependent Rational Animals (1990)’dan itibaren kısmen değişmiş, tarihsel yaklaşımdan felsefi antropoloji ağırlıklı bir yaklaşım lehine feragat etmişse de, Aristoteles-Aquinas çizgisinde erdem merkezli bir insan ve toplum anlayışından hiçbir zaman taviz vermemiştir. Bu manâda MacIntyre’ın, 1967 tarihli A Short History of Ethics’den başlayan ve günümüzde hâlâ devam eden entelektüel meşguliyetini, genel olarak pratik aklın, özel olarak da etiğin tarihini yazma teşebbüsü şeklinde tanımlamak mümkündür.
Çağdaş toplumun birbiriyle çatışan farklı ahlâk ve siyaset anlayışları arasında tercih yapmayı mümkün kılan aklî bir dayanaktan yoksun olmasından duyduğu rahatsızlığı hemen hemen her eserinde ifade eden MacIntyre, pratik aklın sahasına giren konularda nihai belirleyici olanın, şahsi arzu ve istekler veya duygular olduğunu savunan “duyguculuk”un, diğer bir ifadeyle “sezgicilik”in günümüzde neredeyse tek geçer akçe haline geldiğini düşünür.