Hz. Peygamber[sav] bir hadisinde, “Bu ilmi her nesilde âdil kimseler taşıyacaktır. Onlar aşırıya kaçanların tahriflerini, bozguncuların sokuşturmaya çalıştığı iddiaları ve cahillerin tevillerini [ilimden] uzak tutacaklardır” buyurur.1 Kimi şârihler cümle yapısı itibarıyla gelecekten haber veren bir anlama sahip bu hadisin aslında talep ve emir taşıdığı, yani Hz. Peygamber’in[sav] ümmetine böyle bir sorumluluk yüklediğini düşünür. Buna göre, ümmetin âlimleri âdil kimseler olmakla memurdur ve ilmi ancak bu sayede tahriften, asılsız iddiadan ve temelsiz tevillerden koruyabilirler. İlmin erken dönemde rivayete dayalı olarak varlık kazanan yani sahâbenin Hz. Peygamber’den[sav] işitip aktardıkları bilgiler (Kur’ân ve Sünnet) anlamında kullanıldığını hatırladığımızda, Rasûlullah’ın dinin muhafazası için ilk olarak adaleti emrettiğini söyleyebiliriz. Nitekim doğrudan emir kipinde gelen bir başka hadiste, “İlmi, sadece şehâdetini kabul ettiğiniz
kimselerden alınız” buyrulmaktadır.2
Adaleti dinî bilgiyle iç içe kılan bu hadisler, İslâmî ilimlerin teşekkül döneminde özellikle rivayet etrafında gelişen disiplinlerin kurumsallaşması evresinde özel bir anlam kazanmış ve hadis rivayetinde koşulan bir şartın kaynağı haline gelmiştir. Bilindiği üzere sahih hadisin şartı, “âdil ve zâbıt” yani adalet sıfatı taşıyan ve hafızası kuvvetli kimselerce rivayet edilmesidir. Nitekim hadislerin rivayet ve cem’iyle ilgilenen âlimler, râvilerde ilk olarak adalet şartını ararlar. Bu noktada âdil olmakla ilk adımda zâhire yansıyan dinî kurallar karşısında gösterilen hassasiyet kastedilmekle birlikte, adalet bundan ibaret görülmez ve aşağıda değineceğim üzere mürûeti ayakta tutan ahlâkî tutum ve davranışlar da akla gelir. Rivayet âlimleri disiplinlerinin doğası gereği yukarıda anılan hadislere dinî bilginin nakli çerçevesinde anlam kazandırırken; dirayet ilimleri diyebileceğimiz fıkıh usulü ve fürû-ı fıkıh âlimleri ulemanın adaletine başka boyutlar eklemişlerdir. Mesela Gazzâlî’nin de benimseyip aktardığı bir izaha göre, dinî bilginin âdil kimselerce taşınması salt naklinden ibaret olmayıp tam bir yetkinlikle anlaşılıp yorumlanması da demektir. Bu yetkinliğin dinî literatürdeki karşılığı ictihad olup ancak taklit bağından sıyrılıp tahkik düzeyine erişebilen âlimler yani müctehidler buna ehildir. Böylece, ilgili hadiste geçen taşıma (haml) kelimesinin yorumla ilişkili anlamlar da taşıdığı bilindiği için her devirde dinî bilginin anlaşılıp yorumlanabilmesinin ancak adaletle kâim bir faaliyet olduğu söylenmiş olur.