Bilinmek lazımdır ki dünyanın intizâm-ı ahvâli ve iltiyâm-ı umûru behemehal şu altı şeyin husûluna muallaktır. Gerçi o altı, dallanıp budaklanarak birçok kısımlara daha ayrılır ise de maksadımız kıvâm-ı kâinât, devâm-ı âsâyiş-i mevcûdâta hâdim olan nevâmisin başlıca esaslarını beyân olduğundan zikrolunan kavâide adem-i inhisâr ile itiraz kapıları açılmaz zannederim.
Gelelim o altı şeye;
1) İnsanlar tarafından kemâl-i inkiyâd ile ahkâmına ittibâ olunacak dinin vücudu
2) Kahr u galebe ve fetk u retk-i umura muktedir pâdişahın vücudu
3) Kâffe-i efrâd-ı beşere bu Hıristiyan, bu İslâmdır diye tefrik olunmaksızın şâmil olan adl ve hakkâniyet
4) Emniyet-i umûmiyye
5) Kaht u ğalâdan memâlikin mahfûziyetiyle beraber dâimi ucuzluk bulunması
6) Ahâlide kesb u ticaret, celb-i menfaat hususunda hakkâni bir emelin vücudu
İşte salâh-ı dünya ve felâh-ı beşer hakkında bulunabilecek kavâid-i esâsiyyenin icmâli bundan ibarettir. Şimdi bu icmâlin dimağımıza bahşettiği arzû-yı tafsîlâtı hayyiz-i incâza çıkarmak için işbu altı şeyi kâide ünvânı tahtında birer birer ber-vech-i âti beyâna girişiliyor:
kâİde-İ ûlâ, dİndir. Evet, bekâ-yı insaniyet, devâm-ı medeniyet için bir dine ittiba ve onun emrettiği kavânini hatt-ı hareket ittihaziyle hârice çıkılmamak insanlar için lâzimedendir. Zira nüfus-ı mekkâreyi, şehevât-ı hayvâniyyesinin icrâsı uğrunda her türlü me‘âlîyi kurbân etmekten şiddetle sarf u men eden, serâ-ı şerrîyeye müyûlât-ı zulemiyyeyi kulûb-ı insâniyyeden kahr u def‘ eden ancak dindir. İşte bu zulüm arzuları, şehvet müyûlâtı, şerr u fesad muhâcemâtı, kalbin a‘mâk-ı hafâsına pusuya girmiş düşman gibi öyle gizlenmiş, temekkün etmiştir ki onları söküp koparmak, esasından çekip mahveylemek ancak dinin nâtık olduğu azâb-ı uhrevi, ‘ıkâb-ı dâimînin bahşedeceği te’sîrât-ı ma‘neviyyenin kârıdır. Azgın nefisleri tarîk-i safvete sevkeden padişahların seyf u sinânından çekinmeyen, çekinse bile yine gizlice icrâ-yı habâsetten kaçınmayan zalameyi tenkîlât-ı uhrevî karşısında tir tir titreten, sonra da ıslâh eden dindir. Şu hâlde din intizâmât-ı dünyevîye, selâmet-i umûmiyyeyi temin hususunda ‘amûd-ı azîm, tavd-ı cesimdir. İşte hayta-i takrîre, havza-i beyân ve tahrîre sığmayan dinin şu ehemmiyet-i uzmâsına mebnîdir ki Cenâb-ı Hakk beşeriyyetin mebde-i fıtratından beri insanları; hükmüne inkıyâdıyla, ihtilaf-ı ârâlarını emrine arz-ı teslimiyetle, irtikâb-ı hevâyı men edecek itikâd-ı dînî ve teklif-i şer‘îden hâli bırakmamıştır.